Novel Günleri - Bilgilendirme!

Bölümün tamamını okumak için üye olmalısınız! Üye olmak için tıklayınız.

11. Bölüm Bölüm 11

Çevirmen: Klepton / Editor: T4icho

Dr. Kim Leemin, Seul’de büyük bir hastanede çalışıyordu. O anda bir göğüs röntgenine bakıyordu.

Sanki göğsün içinde beyaz bir sis vardı. Normal bir insanın röntgeni değildi bu. Hastalık değildi ve tıbbi testlerle tanımlanabilecek bir şey de değildi. Bunlar ancak filmlerde ya da dizilerde olurdu. O kadar nadir bir olguydu. Yalnızca bu dosyada çalışanlar bunu biliyordu; bu görüntü normal kişilerde farklı duygular uyandırabilir, kimisi tiksintiyle, kimisi de merakla bakabilirdi.

Ancak Leemin farklıydı. Yalnızca bir doktor değil, bir tıp fakültesinde profesördü. Yüzlerce röntgen görmüştü bugüne dek. Normalde ne iğrenme, ne de merak duygularını gösterirdi. Bir röntgen yalnızca hastasını iyileştirmek için kullanacağı bir araçtan ibaretti.

Ancak önündeki röntgeni gördüğünde içinde bariz bir ilgi uyandı.

Tak! Tak!

Sanki, ünlü bir sanatçının ustalık eserine bakıyordu. Kapı çaldığı sırada tam röntgene bakmaktaydı; sonunda kendine geldi.

‘Burada.’

“İçeri alın lütfen.”

Hala sıcak olan kahvesini alarak ayağa kalktı.

Birileri içeri girdi. Gelenler, Leemin’in aksine genç insanlardı.

“Merhaba!”

“Merhaba, gelin.”

Selamlaştıktan sonra Leemin kahvesinden bir yudum aldı.

“Acı!”

Kahvesini hemen geri koydu ve içeri giren kişilere tuhaf bir gülümsemeyle baktı.

“Niye içine krema ve şeker koymadınız?”

Gençlerden biri ihtiyatla soru sordu ancak Leemin başını iki yana salladı ve kahvesini yeniden dudaklarına götürdü.

“Öyle yaparsam havalı görünmem.”

Bir yudum daha aldıktan sonra kahvenin acılığını göstermek ister gibi yüzünü ekşitti.

Leemin ellili yaşlarda görünüyordu ama hareketleri garip şekilde tatlıydı.

“Bizi çağırmışsınız.”

Genç adam konuyu hemen değiştirmek ister gibi Leemin’e baskı yaptı.

“Ah, ah! Doğru. Size bir şey göstermek istiyorum.”

Kahvesini koydu ve baktığı röntgen görüntüsüne doğru ilerledi. Diğerleri de peşinden gitti.

“Ne zamandır asistansınız?”

“Şey…”

“Sanırım önemli değil. Hayır, bu soruya cevap vermenize gerek yok.”

Kaç yıl olduğunu sayan asistanlar sustular. Kim Leemin iyi biriydi, iyi bir doktordu. Ancak kimi zaman bu rollerini bir kenara bıraktığı oluyordu.

“Kaç yıldır asistan doktor olduğunuz önemli değil. Zaten bunu muhtemelen ilk defa göreceksiniz.”

Yaşlı doktor röntgeni işaret edince asistanlar ona baktılar.

Görüntü son derece sadeydi. Bu insanlar da yalnızca birer asistandı ancak hepsi akademide seçilmiş kişilerdi. Birçok konu üzerine çalışmış, sayısız göğüs röntgeniyle karşılaşmışlardı. Çok geçmeden asistanlardan biri bir anormallik buldu.

“Bu kalp…”

“Evet. Biraz garip değil mi?”

Biri bahsedince diğerleri de tuhaflığı fark etti. Daha iyi bakmak için görüntünün etrafına toplandılar. Leemin onlara alan tanımak için biraz geri çekildi. Yeniden kahvesini aldı.

“Normal değil. Kesinlikle…”

“Ne çeşit bir anormallik var?”

Bu kesinlikle normal bir kalp değildi. Sağlıklı atan bir kalp böyle görünmezdi. Kalpte bir rahatsızlık olduğuna eminlerdi ancak verebilecekleri bir cevap yoktu.

“Kalp gibi görünmüyor. Sanki bir tür cevher gibi?”

Yaşam dolu bir kalp gibi değil, soğuk, sert bir nesne gibi görünüyordu.

O anda asistanlardan biri şaşkınlıkla başını eğdi.

“Cevher? Taş?”

Kendi kendine mırıldandıktan sonra parmaklarını şaklattı.

“Bağlayıcı! Bir Bağlayıcı’nın kalbi bu!”

Diğerlerinin yüz ifadeleri de değişti.

“Olabilir!..”

“Bence öyle. Ders kitaplarındaki resimler gibi!”

Asistanlar röntgeni daha detaylı incelerken aralarında konuşuyorlardı. Bu, ancak videolarda ya da ders kitaplarında görebilecekleri bir şeydi. Gerçek hayatta ilk kez böyle bir şeyle karşılaşıyorlardı.

Leemin, asistanlarının tartışarak röntgen görüntüsü üzerine çalışmaya devam etmelerini memnuniyetle izliyordu. Bir öğretmen olduğundan öğrencilerinin sorgulayan zihinlere sahip olduğunu görmek iyi hissettirmişti. Doktor kahvesini sessizce içti, böylece dosyayı bir süre daha tartışabilirlerdi.

‘… acı!’

Tabii aldığı her yudumda ürperiyordu.

Leemin, kendine işkence edercesine kahvesini içti. Kahvesini bitirmek üzereyken asistanları röntgeni çoktan bırakmışlardı.

“Profesör! Bu gerçekten bir Bağlayıcı’nın kalbi mi?”

“Evet.”

Leemin onayladı. Kendini bu kahveyi içmeye zorladığı için biraz can sıkıntısıyla kahveyi bıraktı.

“Gerçekten acı! Niye bunu çok lezzetli bir şey gibi içiyorsunuz?”

‘Bu yüzden size şeker ya da krema eklemenizi söyledik.’

Asistanlar yaşlı doktora şaşkın şaşkın baktılar. Ancak düşüncelerini sesli söyleme hatasına düşmediler.

Leemin grubun arasından onları iterek geçti ve röntgenin yanına geldi.

“Muhtemelen ilk defa bir Bağlayıcı’nın gerçek röntgen görüntüsünü görüyorsunuz.”

“Bağlayıcı bu hastanede mi yatıyor?”

“Bu yüzden röntgen bende.”

Leemin baş parmağıyla görüntüyü işaret etti.

“Bildiğiniz gibi, bir Bağlayıcı’nın kalbi özeldir. Atmaz ve artık organik değildir. Normalde Bağlayıcılar, Bağlayıcıların tedavisinde uzmanlaşan hastaneleri seçer. Bu nedenle gerçek bir Bağlayıcı hasta görmek nadirdir.”

“Bu hasta niye bizim hastanemize gelmiş?”

“Gerçekte bizim hastamız değil. Buraya kendi rızasıyla gelmedi. Ambulans onu aldığında normal biri olduğu düşünüldü. Ancak kapsamlı muayene yaparken onun bir Bağlayıcı olduğunu fark ettik. Kendisi yeni uyanan bir Bağlayıcı. Bu nedenle ona Birinci Nesil Bağlayıcı diyoruz.”

Birinci Nesil!

Bazı asistanların yüz ifadeleri hafifçe değişti, hayal kırıklığına uğramış gibiydiler. Sanki burada bir ünlü olduğu duymuşlar, gelip bakmak istediklerinde ise bahsedilen ünlünün çaptan düşmüş bir televizyon sunucusu olduğunu görmüş gibilerdi. Asistanlar benzer tepkiler verdi.

Leemin sırıtarak baktı.

“Ne? Birinci Nesil olduğu için hayal kırıklığına mı uğradınız?”

“Hayır, öyle değil…”

İfadeleri hafifçe değişen asistanlar utanmıştı. İnkar etmeye çalıştılar.

“Kendisi Birinci Nesil ama labirentlere girme hakkına sahip. Bu tek faktör, gelecekte sizden daha çok para kazanacağı anlamına gelir. ‘Kodaman’ denen kişiler kadar akla hayale sığmayacak paralar kazanmayacak ama hafife alınacak bir şey de değil. Ayrıca diyelim ki bu adam gerçek bir İkinci ya da Üçüncü Nesil Bağlayıcı, ama bu bilgi sizin hiçbir işinize yaramayacak. Hayal kırıklığına uğramış hissetmemelisiniz.”

Hüsrana uğramış gibi görünen asistanlar, Leemin’in sitemkar sözlerini duyunca başlarını eğdiler. Leemin devam etti, davranışlarıyla ilgili konuşmayı bırakmış gibiydi.

“İleride işiniz Bağlayıcılarla çalışmanıza izin verir mi bilmiyorum ama bu gerçekten sizin için büyük bir fırsat. Özel bir hastayı inceleyebileceksiniz. Daha yeni uyandı, böylece bedeninde ne tür değişimler olacağını gerçek zamanlı görebileceğiz. Ben şanslıyım. Bu dosyanın başındayım. Bu nedenle beni takip etmenizi ve öğrenmenizi istiyorum.”

“Evet!”

Asistanlar yüksek sesle cevap verdiler.

* * *

Sungyoon gözlerini açtı. Bakışları gitgide kendine geliyordu ve etrafındaki eşyaların dış hatlarını seçebiliyordu.

‘Saat kaç?’

Kendine geldiğinde ilk düşüncesi buydu. Pencereden sıcak günışığı giriyor, derisini karıncalandırıyordu. Rahat hissettiğinden yatakta kıvrıldı. Ancak şaşkınlık içinde kalktı.

“Siktir! Geç kaldım!”

Yatağa girmeden alarmını kurmamış mıydı? Dışarısı çok aydınlık görünüyordu, yani demek ki işe geç kalmıştı. Kalkıp işe gitmek üzereydi ki…

“Ha?”

Donakaldı.

Burası onun ucuz odası değildi ki.

Bir yatakta yatıyordu ve odada misafirler için küçük bir kanepe vardı. Genelde küçük odalarda bulunan bir televizyon ve küçük bir buzdolabı da vardı. Odanın köşesinde bir kapı vardı. İlk bakışta bu kapının bir tuvalete açıldığını tahmin etti.

Eksik tek şey mutfaktı ancak burası yaşadığı odadan daha güzeldi.

Sungyoon bir hastane önlüğü içindeydi, yani nerede olduğunu tahmin etmesi zor olmadı.

‘Hastanede miyim?’

Sonunda bayılmadan önce ne olduğunu hatırladı. Acı ızdırap vericiydi. Kalbi sıkışmıştı, sonunda ise bayılmış olmalıydı.

Sungyoon yeniden yatağa yattı.

‘Hastanedeyim.’

O anda ne halde olduğundan çok hastane faturası yüzünden endişeye kapıldı. Muhtemelen sorununu saptamak için türlü testler yapmışlardı. Bunun parasını isteyeceklerdi. Karşısına konacak makbuzları düşündükçe başı ağrıdı.

‘Umarım sadece sigortamın karşıladığı testleri yapmışlardır…’

Eğer sigortasının karşılamadığı bir test yaptılarsa, hastane faturasını ödemeden kaçmak zorunda kalacaktı. Bunu yapmak istemiyordu.

Yeniden doğrularak odasına baktı. Gördüğü şeye şaşırmıştı.

“Ne? Tek kişilik oda mı?”

O kadar afallamıştı ki sesini yükseltti.

“Siktir. Beni niye buraya aldılar?!”

Elbette tek hastalık odalar, sekiz hastanın bir arada kaldığı hastane koğuşlarından çok daha pahalıydı. Şu anda borçlarını ödemek için yerden kuruş toplayacak durumdaydı. Tek kişilik oda, onun için servet demekti.

Geçenlerde haberlerde hastane koğuşlarının çok kalabalık olduğunu görmüştü, muhtemelen hastanenin başka şansı yoktu. Fazla hastalar tek kişilik odalara yerleştiriliyordu. O kategoride olup olmadığını merak etti.

‘Ne zamandır baygınım?’

Burası yatan hasta odası olabilirdi, yani gece kalırsa onun ücretini de ödemek zorunda olacaktı.

‘Kaçsam mı?’

Böyle şeyler düşünmesi kaçınılmazdı. Başını tuttu, kalsam mı yoksa kaçsam mı dilemmasıyla boğuşup durdu. Ona göre, mücadele etmesi gereken en büyük ikilemlerden biri olabilirdi bu.

‘Siktir. Bok vardı da hastalandım!’

Sungyoon göğsünün solunu tuttu. Kalbi o kadar ağrımıyordu, bu berbat sorun yüzünden kıvranmak zorunda kalmayacaktı.

‘Ha?’

Göğsünü sıvazladı. Elini göğsünün her yerine koydu, hatta tişörtünü bile açtı.

Kalp atışını hissedemiyordu.

Hızla nabzını yokladı. Parmağını bileğine yerleştirdi, ama nabzı atmıyordu.

Sanki kalbi durmuş gibiydi.