Çoooooook yavaaaaaşşşşşşş ilerliiiiiiiyoooooorrrrrrrr
Novel Günleri - Bilgilendirme!
Bölümün tamamını okumak için üye olmalısınız! Üye olmak için tıklayınız.
29. Bölüm Bölüm 29
Labirentin karanlığında bir ışık belirdi. Bu, ölü bir canavarın geride bıraktığı ay taşından yayılan ışıktı. Sungyoon alışık olduğundan ay taşını sessizce aldı.
‘On bir tane öldürdüm.’
Avın ikinci gününde olduğundan iyi gidip gitmediğini bilmiyordu. Ancak günü sonlandırmaya hazırdı. Hiç yaralanmamıştı ancak tüm gün gergin olduğundan stresliydi. Üstelik hedefi on canavar öldürmekti.
Saatine baktı. Büyülü enerjinin etkisi, elektronik ekipmanları labirentte çalıştırmadığından buraya mekanik bir kol saati getirmişti. Saat öğlen dörttü.
Sungyoon geri döndü. Bugünün savaşı sonlandığı için şimdi biraz rahattı. Ayrıca canavarları öldürürken biraz tiksinti duymaya başlamıştı.
Yine de savaşma arzusu azalmamıştı. Kızıyla bir gelecekleri olması için bu sıkıntıları seve seve aşacaktı.
Geri dönerken iki kişiyle karşılaştı.
Birinde bir metre uzunluğunda iki uçlu kılıç varken diğeri bir Kuduz Köpek’le mücadele ediyordu. Pek deneyimli görünmüyor, Kuduz Köpek ona ne zaman saldırsa sendeliyordu. Ancak Kuduz Köpek Bağlayıcı’da ciddi bir yara açamadı.
Sol elinde köşeli bir kalkan vardı, zayıf hamlelerine rağmen kendini koruyabilirdi. Sungyoon’un ahşap kalkanının aksine bu kalkan çelikle sağlamlaştırılmıştı ve savunma kapasitesi de daha yüksekti.
Bu kadarıyla da sınırlı değildi. Sungyoon üst bedenini zar zor örten deri bir yelek giyiyordu. Bu adam, üst ve altı bedenini koruyan bir zırh giymişti. Kolları kol zırhıyla korunuyordu ve ayrıca dizlikleri de vardı.
Adam savaşırken diğeri onu izliyordu. Gözlemci kollarını çaprazlamıştı. Sungyoon, bu kişiyi görünce homurdandı. Adamın teçhizatından etkilenmişti.
Başta bu adam korkutucu görünmüştü. Omzunda geniş bir kılıç vardı ve burnunu ve yanaklarını örten bir miğferi vardı. Sağlam metal miğferin boyun koruması bile bulunuyordu. Muhtemelen başa gelen tüm saldırıları engelleyebilirdi. Dizlerine kadar inen, hatta kol ve bacaklarını bile örten bir zincir giymişti.
Sungyoon’a göre bu gözlemci, canavarla savaşandan daha donanımlıydı.
“Ne yapıyorsun?! Telaşlanma!”
İngilizce bağırdı. Aksanı belirgin olduğundan Sungyoon onu anlamakta güçlük çekti. Yine de ne yaptıklarına dair duyduğu kuşku kesinleşmiş oldu.
‘Antrenman yapıyorlar.’
Sungyoon, Bağlayıcı olmanın getirdiği olağanüstü duyma yetisinden faydalandı. Anlaşılan savaşan kişi labirente ilk kez geliyordu ve Sungyoon’la aynı seviyedelerdi.
Ancak içinde bulundukları şartlar çok farklıydı.
Sungyoon’da yalnızca üç mor Mücevher ve hayatını kurtarmak için kullanabileceği bir Altın Mücevher vardı. Buna rağmen Altın Mücevher’i doğru düzgün kullanma yeteneğine sahip değildi. Üstelik labirenti tek başına keşfetmeliydi. Yaptığı tek hazırlık, Dünya’da aldığı hızlandırılmış antrenman dersiydi. Ona kıyasla bu acemi Bağlayıcı daha donanımlı olmakla birlikte eğitmeninden dövüş eğitimi alıyordu.
‘Muhtemelen iyi bir şirketle anlaştı.’
İkinci ya da Üçüncü Nesil olabilirdi.
Sungyoon başka yana baktı ve yeniden labirentin girişine doğru yürümeye başladı.
Bir kavşağa geldiğinde bir grup insanla karşılaştı. Toplamda dört kişiydiler ve yüksek sesle konuşuyorlardı.
‘Takım.’
Normal bir şirket, benzer seviyelerdeki Bağlayıcıları eşleştirirdi. Böylece Bağlayıcılar labirentleri daha güvenli temizleyebilirlerdi.
Tabii onun şirketinde ne başka Bağlayıcılar ne de antrenörler vardı. Bir labirentte böylesi bir baskın yapmak onu ilgilendirmiyordu.
Onları kıskanmadığını söyleyse yalan olurdu. Savaşmak için eğitilen Bağlayıcılar, bir takımla çalışan Bağlayıcılar, labirenti Sungyoon’dan katbekat daha hızlı temizleyebilirdi ve hem de bunu güvenle yapabilirlerdi.
Ancak bu düşüncelerden kurtuldu.
‘Halime şükretmeliyim.’
Jimin’in iyi niyeti olmasa labirent keşfini bu kadar istikrarlı başlatamazdı. Karanlıklar içindeydi ve Ay ona yol gösteren loş bir ay ışığı sunmuştu. Gün ışığını kıskanacağına Ay’a minnet duymalıydı.
Kendi kendine bunları düşünerek labirentten hızla ayrıldı.
* * *
Labirentten çıkınca Kore’nin Bağlayıcı Destek Merkezi’ne uğradı. Armstrong’ta Dünya’daki yaşam standardını sürdürmeye yetecek kadar parası yoktu, bu nedenle güvenebileceği tek yer burasıydı.
Destek merkezi, ikinci bölgede yer alıyordu. Burası dünyanın birçok destek merkezinin bulunduğu yerdi. Güney Kore bayrağının dalgalandığı bir binaya ulaştı.
Resepsiyonun bulunduğu lobiye giriş yaptı.
“Buyrun, ne istemiştiniz?”
Resepsiyonist akıcı Koreceyle konuştu. Sungyoon iki gündür topladığı tüm ay taşlarını ona verdi.
“Lütfen bunu benim için saklayın. Ayrıca Başlangıç Labirenti’nde baskın yapan Bağlayıcılara verilen malzemelerden de almak istiyorum.”
Sonra resepsiyoniste Bağlayıcı kimliğini uzattı. Kimliği doğrulayan resepsiyonist, bilgisayarda bir şeyler yazdı.
“Bay Woo Sungyoon, Birinci Nesil Bağlayıcı mısınız?”
Sungyoon başıyla onayladı.
Resepsiyonist Sungyoon’un verdiği ay taşlarını ustalıkla kaldırıp Sungyoon’a birkaç hap ve iki şişe su verdi.
“Günlük limitiniz bu kadar. Daha fazlasını isterseniz verme yetkim yok. Lütfen bunu aklınızda tutun.”
Anlaşılan daha fazlasını isteyen kişiler olmuştu; bu yüzden resepsiyonist biraz canı sıkılmış gibi konuştu.
“Besin takviyelerini ve suyu günde bir kez alacaksınız.”
Resepsiyonist yakınlarda duran bir adamı çağırdı. Anlaşılan rehberi o olacaktı.
Sungyoon’la birlikte çıktılar, adam onu yan binaya götürdü.
Burası gri, yedi katlı bir binaydı. Büyük bir kutuya benziyordu ve yaratıcı bir yanı yoktu.
Burası bir yatakhaneydi. Başlangıç Labirenti’ndeki Bağlayıcılara sağlanan bir dinlenme noktasıydı. Ancak İkinci ve Üçüncü Nesil Bağlayıcılar şirketlerinden çok büyük destekler alıyorlardı. Çoğu Birinci Nesil Bağlayıcı’nın aksine şirketleri, kar sağlama olasılıkları çok yüksek olduğundan onlara kalacak yer sağlardı. Yatakhanede kalan herkes küçük şirketlerle çalışıyordu. Esasında arkalarında hiçbir şey yoktu ve yeterince yetenekli de değillerdi. En azından bu Ay’da böyleydi.
“Bunu söylemekten nefret ederim ama Bağlayıcılar buraya Tavuk Kümesi diyor.”
Rehber dişlerini göstererek sırıttı.
Binanın içi temizdi ama tek olumlu yönü de buydu. Her bir Bağlayıcı’ya çok az alan verişmişti. Dünyada böyle yerlere kapsül oteller deniyordu. Temel olarak kişiye yalnızca uzanabileceği kadar yer veriyorlardı.
“Bunlar Bağlayıcılar için özel kapsüller. Sözleşmeniz bitinceye ya da Dünya’ya dönünceye kadar burada kalabilirsiniz. Kişisel Labirent’e atandığınızda burayı taşınmadan önce iki hafta daha kullanabilirsiniz.”
Adam bir kapsülün kapısını açtı. Neyse ki kapsülün güvenliği iyiydi ve yalnızca kayıtlı kişi kapıyı açabiliyordu.
Adam Sungyoon’un kapı kilidine parmak izini kaydettirmesine müsaade edip ona veda etti. Sungyoon kapsülün açık kapısının yanında tek başına kaldı.
İlk olarak besin takviyelerini ve suyu içeri koydu. Sonra sahip olduğu bir parça şeyi kapsüle attı. Kendini de içeri sıkıştırıp kapıyı kapattı. Kapı vızıldayarak otomatik şekilde kitlendi.
Sungyoon kapsülün içine baktı. Parlak bir ışık yayan bir ampul vardı. Başka hiçbir şey yoktu; battaniye bile konmamıştı
Zar zor döndü. Burası yalnızca uyumaya gelinecek bir yerdi. Tavan öyle alçaktı ki rahat oturamıyordu bile. Tabuta sıkışmış gibi hissetti.
‘Bilerek mi bu kadar az destek veriyorlar?’
Ülkenin Kişisel Labirentlere atanan Bağlayıcılara ihtiyaçları vardı. Başlangıç Labirenti’nde pek kazanç yoktu. Bu yüzden Başlangıç Labirenti’ne giren Bağlayıcılar değerli sayılmazdı. Onlara çok destek olunursa, bazıları Özel Labirentlere girecek kadar yetenekli olsalar bile gitmeyi reddedebilirlerdi. Bu berbat şartlarla problemi kökünden kazıyorlardı. Tabii paradan da tasarruf ediyorlardı.
Uzanmak üzereyken cildindeki, giysisindeki kanlardan rahatsız oldu. Bir havluya su döküp üstünü silmeye koyuldu. Kıyafetlerini değiştirdikten sonra yere geri yattı. Zemin sert ve soğuktu.
Cüzdanından kızının fotoğrafını çıkardı.
Gözleri yumuşamış, günün stresi kaybolmuştu. Göz kapakları ağırlaştığında uykuya daha fazla direnemedi.
Bir süre daha fotoğrafa bakıp uyuyakaldı.
* * *
Birkaç gün bu şekilde geçti.
Sabah olunca sızlayan vücudunu sürüyerek hareket ettiriyordu. Vitaminleri ağzına atıyor, su içiyordu.
Kahvaltısı buydu.
Sungyoon labirente girerken kanlı giysilerini giydi. Yine işçilik yaptığı zamanlardaki gibi bakımsız görünüyordu. Bu beklediği bir şeydi. Kuru kanların tortu yaptığı giysileri giydi, pis bir koku yayıyordu.
Ama umurunda değildi. Hareketlerini başkalarının yargılarına göre değiştirmiyor, bakışları önemsemiyordu. Ayrıca Başlangıç Labirenti’nde onunla aynı durumda olan birçok Bağlayıcı vardı.
Şimdi bunu yapmaya alışkın görünüyordu: Ekipmanlarını çağırıp labirente girdi. Canavar bulmak için bir kavşağa geldiğinde farklı rotalar kullanıyordu.
Çok geçmeden birkaç canavarla karşılaşabildi. Karşısındakiler başlıca Büyük Fare ve Kuduz Köpeklerdi. Ayrıca Altı Bacaklı Kertenkele de vardı. Onları sistemli bir şekilde yendi. Deneyim kazandıkça avlanma hızı artıyordu.
Üç canavarı öldürmenin temel stratejisini öğrenince, hamlelerinde daha cesur olmaya başlamıştı. Eskiden mızrağıyla Kuduz Köpek’i yere serip duruyordu. Şimdi ise en başında onu ölümüne bıçaklıyordu.
Çoğu Bağlayıcı Kuduz Köpekleri bu şekilde öldürürdü.
Belirsiz bir süre daha labirentte dolaştı.
“Ha?”
Birden durdu.
Önünde siyah, büyük bir delik vardı. Dikkatle içeri baktı.
Yüzeyi pürüzlüydü ve aşağıya doğru eğimliydi. İnsanların yapılarına nazaran kaba sabaydı ancak belli ki bir merdivendi.
Sungyoon aşağıya bakarken kararsızdı.
Labirentte alçaldıkça canavarlar güçleniyordu. Öte yandan ay taşlarının boyutu artıyordu. Ayrıca bir Cihaz ya da Mücevher bulma şansı da artmaktaydı.
‘Sakinleşmeliyim.’
İlk defa ikinci katın girişini gördüğünden kendi kendine konuştu.
‘Girsem mi?’
İkinci kattaki canavarlar daha güçlüydü ama hala Başlangıç Labirenti’ndeydi. Yine de canavarlar zayıf olsalar bile ikinci kattakiler, ilk kattakilere kıyasla daha güçlüydüler.
Saatine göz attı. Hala çok fazla zamanı vardı.
‘Benim yeteneklerim onlara kıyasla ne durumda acaba?’
Birkaç gündür birinci katta dolaşıyordu ve hiç zorlukla karşılaşmamıştı. Nitekim zamanla savaşlar kolaylaşıyordu.
Bunu düşününce kararını verdi.
‘Bir gün Büyük Labirent’e baskın yapmak istiyorsam aşağı inmeliyim.’
Mızrağını daha sıkı tuttu. Ardından sol ayağını kaldırıp yavaşça kara deliğe indirdi. Hemen ardından delikte kayboldu.