Ulan mc gücüyle yeni dünyanın tanrısı olsun da ben sizi görüyorum yok "Biz arkadaşız." yok "Ben sana aşığım." gidin sürünün bir köşede, bundan böyle bir kızımız var geri kalana yargı beğenmeyen geberip gidebilir.
Bölüm için teşekkürler
Novel Günleri - Bilgilendirme!
Bölümün tamamını okumak için üye olmalısınız! Üye olmak için tıklayınız.
3. Bölüm Yeni Ay'ın Karanlık Günü II
“Gitti mi?”
Burası, Sungyoon’un olay çıkardığı yüksek binanın en üst katıydı. Oda, normal insanların ancak filmlerde görebileceği türdendi. Döşeme buranın başkanın ofisi olduğunu açıkça belli ediyordu. Oda büyüktü ve misafirleri karşılamak için kullanılan lüks bir kanepeyle bir sehpa bulunuyordu. Büyük pencerenin önünde bir masa ve koltuk vardı. Masanın üzerinde pahalı bir isim levhası bulunuyordu. Üzerine başkanın ismi ve unvanı işlenmişti.
Masanın arkasında bir adam oturuyordu. İlk bakışta yirmilerinin ortasında ya da otuzlarının başlarında olduğu anlaşılabilirdi fakat aslında Sungyoon gibi otuzlarının sonlarına gelmişti. Ancak kendine iyi bakıyordu. Bu sebepten yaşını gizleyen atletik bir vücudu ve gergin bir cildi vardı.
Yakışıklı, uzun boylu biriydi. Birle on arası bir skalada sekiz ya da dokuz sayılabilirdi. İnsanların iltifat yağdıracağı bir görünümü vardı. Yüzünün tek kusuru hafifçe kalkık gözleriydi, bu onu gaddar biri gibi gösteriyordu.
Başkan da binanın sahibi de kendisiydi. İsmi Lee Jaeho’ydu ve Sungyoon’un çaresizce ulaşmaya çalıştığı kişi oydu.
“Evet!”
Jaeho’nun sekreteri, ki hemen önünde duruyordu, kibarca yanıt verdi.
Jaeho dilini şaklattı.
“Şirketini nasıl hayata döndüreceğini düşünüyor olmalıyken neden burada olay çıkarıyor?”
Sungyoon, Jaeho’dan arkadaşı olarak bahsetmişti ama Jaeho ona arkadaş gibi davranmadı. Kimse arkadaşını aşağılayıp onu görmezden gelmezdi.
“Sorun olmayacağından emin misiniz? Yasal yollarla karşılık vermeye başlarsa başımızı ağrıtabilir.”
“Hey, Sekreter Kim. Kanunlardan korkarak işletme yönetemezsin.”
Jaeho, Kim’e karşı geldi.
“Üstelik, önceden yapsaydı böyle olabilirdi. Ama şimdi hiçbir şeyi yok. Milyonlarca borcu var. Ayrıca, bu süreçte avukat ekibimiz boş boş oturacağını mı sanıyorsun?”
“Haklısınız ama müdür yaratılan kargaşayı hoş görmeyecek.”
Jaeho buna katılıyordu. Her türlü pis taktiği kullanmıştı. Hatta arkadaşı olduğu bilinen bir adamı sırtından bıçaklamıştı. Tüm bunları neden yapmıştı? Babasının ve büyükbabasının inşa ettiği imparatorluğu miras alacaktı. Diğer kardeşlerinden daha iyi sonuçlar elde etmeliydi. Bu nedenle kargaşa babasının canını sıkabilirdi ve sicilini iyileştirmiş olsaydı sorun olmazdı. Sekreteri haklıydı.
“Doğru. En iyisi bunu kısa keselim. Merak etme. Bu konuda güçlü bir ortağım var.”
“Ortağınız mı var?”
Evet, onun zayıflığından faydalanabilecek bir ortak.”
Jaeho, bu kadını düşünmeye başladı.
“Bu nedenle endişe etmene lüzum yok.”
Sekreter Kim başını eğerek karşılık verdi.
Sekreteri başından savdıktan sonra Jaeho çenesini avucuna dayayıp masaya hafif hafif vurmaya başladı. Üniversite zamanlarını düşünüyordu.
[ Hey! Lee Jaeho! Ödevini yaptın mı? ]
[ Of, siktir. Akşamdan kalmayım, öleceğim. Sanki biri kafamın içinde demirden toplar tokuşturuyor. ]
[ Şerefsiz! Dün kör randevuya gittin! Gerçekten ucuz bir hareket! ]
Düşüncelerinin arasından tanıdık bir ses çınladı. Jaeho, o sese hiç önem vermedi. Çok geçmeden sesiyle birlikte yüzü de belirdi.
Mezuniyet kepi takmıştı. Elindeki bir buket çiçekle gülüyordu.
[ Ah ha ha ha! Arkadaşlığımız hiç bozulmasın! ]
‘Hmmph! Duracağı yeri bilmiyor.’
Jaeho homudandı. Arkadaş kelimesi, eşit kişiler için kullanılabilirdi. O zengin bir aileden geliyordu ve büyük bir imparatorluğun varisiydi. Sungyoon, onun dikkate alacağı biri değildi. Sungyoon’un becerikli olduğunu kabul ediyordu. Başarılı bir şirket kurmuş ve yönetmişti. Ama şirketi, Jaeho’nun çalabileceği kadar basitti.
Jaeho kendini onun arkadaşı sanan Sungyoon’a güldü.
‘Yine de kendi arkamı kendim toplamalıyım.’
Kargaşadan kaçınmalıydı. Bu meseleyi çözmek için telefonu eline aldı. Her şeyden önce Sungyoon’un kritik bir zayıf noktası vardı. Jaeho, ortağını aradı.
‘Bu senin için sert bir hayat dersi olacak. Bana teşekkür etmene gerek yok. Bu ders için bana borçlu bile kalmayacaksın. Ne de olsa biz arkadaşız, öyle değil mi?’
Jaeho’nun çekik gözleri hilal şeklini aldı. Gaddar bir kahkaha patlattı.
* * *
Sungyoon bir kafede oturuyordu. Jaeho’nun binasının önündeki halinden farklı görünüyordu. Birkaç gün geçmişti fakat artık hasta gibi görünmüyordu. Temizlenmiş, sakalını kesmiş, temiz giysiler giymişti. Dolaşık saçlarından ve kırışık takım elbisesinden eser kalmamıştı. Ancak yüreğindeki sıkıntıyı gizleyemiyordu. Yanakları zayıf, kuru görünüyordu. Ancak bu onu gençlik zamanlarındaki haline benzetiyordu ve yakınında oturan bir kadın zaman zaman ona kaçamak bakışlar atıyordu.
Kafenin kapısı açılırken zil çaldı. Sungyoon girişe bakınca yüzü resmen aydınlandı.
İçeri bir kadın girdi. Yüzünde biraz makyaj vardı ve dalgalanan siyah bir elbise giymişti. Kıymetli mücevherlerin işlendiği küpeler, kolyeler ve yüzükler takmıştı. Müsrif biri gibi görünüyordu ama yine de çok güzeldi. Yirmili yaşlarının sonlarında olduğu açıktı. Ama göz kenarlarındaki kaz ayakları iyiden iyiye kendini gösteriyordu. Göründüğünden daha yaşlı olduğu belliydi.
Sungyoon kendini göstermek için elini salladı. Kadın çenesini kaldırıp etrafına göz gezdirdi. Kibirli ve kendini beğenmiş biri gibi görünüyordu. Sonra Sungyoon’u fark etti.
O yürürken yüksek topuklu ayakkabıları ritmik bir tını çıkarıyordu. Manken gibi yürüyordu ve erkek müşterilerin çoğunun gözü ondaydı. Sevgilisinin ona olan bakışlarını yakalayan bazı kişiler tartışmaya başlamıştı bile.
Ancak o da Sungyoon da etrafa dikkat etmiyordu. Böyle tepkilere alışkınlardı.
“Hoş geldin.”
Sungyoon bir deri bir kemik gibi görünse de onu gördüğü için mutluydu. Kadın oturunca çantasını yanındaki sandalyeye bıraktı. Çantanın üzerinde ünlü bir markanın parlak logosu vardı.
“Ne yersin?”
Sungyoon tezgaha konmuş menüye baktı ama kadın başını sağa sola salladı.
“Sorun değil, ben kendim alırım. Paran yetmez.”
“Karıma bir kahve ısmarlayacak param var.”
İsmi Lee Miyun’du. Sungyoon’un karısıydı.
Üniversitede tanışmışlardı ve o zamanlar kampüsün meşhur bir çiftiydiler. Sungyoon uzun boylu, yakışıklı biriydi. Lee Miyun, kampüsün güzellik kraliçesiydi. Birbirlerine yakışıyorlardı. Üniversite zamanında flörtleşmeye başlamışlardı ve ardından, okul bittiğinde evlenmişlerdi. Herkesin imrendiği bir çiftti. Hatta, Shinhae isminde güzel bir kızları olmuştu. Sungyoon’un işleri yükselişe geçince etraflarındaki kıskançlık daha da güçlendi. O zamanlar Sungyoon, herkese hayatta hiçbir pişmanlığı olmamasıyla övünürdü. Güzel bir eşi, tatlı bir kızı vardı. İşinde başarıya ulaşmıştı. Tek sıkıntı, Miyuun’un para harcama konusunda çok gevşek davranmasıydı. Ama çok para kazandığı için Sungyoon bunu önemsemiyordu. Onun lüks harcamalarını belli bir ölçüde desteklemenin kendisinin bir görevi olduğunu düşünürdü.
“Sorun değil.”
Neyin yanlış olduğunu bilmiyordu ama Miyun ona alışılmadık biçimde soğuk davranıyordu. Önündeki masada boş bir noktaya bakıyordu. Kalktı. Sanki onun şu anki halini tartıyor gibi yanakları hafifçe kızardı. Adam utancını üzerinden atmak için hemen başını iki yana salladı.
‘Evet. Benim hatırım için böyle konuşuyor.’
Dürüst olmak gerekirse parası filan yoktu. Karısının, kızını alıp anne babasının evine gitmesi gerekmişti. Evinin her yerinde borç senetleri vardı. Şu anda eşinin harcadığı para da muhtemelen kayınvalidesiyle kayınpederinin verdikleri paraydı. Ailesi gerçekten zengindi. Mücevherleri ve tasarım çantası da ailesinin sağladığı şeylerdi.
Karısının böyle davranmasının sebebinin onun için endişe etmesi olduğunu düşündü. Kendine kızdı. Muhtemelen incinen gururu, kadının hareketlerini kötü gösteriyordu.
İşletmesi başarısız olduktan sonra arkadaşı tarafından sırtından bıçaklanmıştı. Travmatize olmuştu, o yüzden Miyun’a çok güveniyordu. Yine de ters giden bir şeyler olduğu belliydi. Kocası borçlulardan kaçıyordu ama yine de kendisi pahalı mücevherler ve pahalı bir çanta takabiliyordu. Bunu hoş görmek için çok çaba sarf etti.
Çok geçmeden Miyun iki bardak kahveyle geri döndü. Birini Sungyoon’a itti.
“Teşekkürler.”
Sungyoon hiçbir şey demeden bardağı aldı. Kahve soğuktu, o nedenle bardağın etrafı buğulanmıştı. Elleri ıslansa da parmaklarını bardağın etrafında gezdirmeye devam etti. Karısına, ona bir kahve alacak kadar parası olduğunu söylemişti ancak sıra geldiğinde kendisine bile almamıştı. Parasını boşa harcamak istemiyordu.
Pipeti dudaklarının arasına yerleştirip kahveyi içti. Kahve hem acı hem de soğuktu. Miyun da pipetini yerleştirdi.
“Ee, neden benimle görüşmek istedin?”
Sungyoon, pipeti çıkarıp soru sordu. İşini kurtarmak için sürekli hareket halindeydi. Ayrıca, Jaeho’dan intikamını almakla da meşguldü. Bu nedenle eşinin onu aramasından pek mutlu olmamıştı. Yine de işi battığı için borca girdiğinde Miyun için çok sıkıntıya sebep olmuştu. Ona biraz zaman ayırmayı borçluydu.
Miyun kahvesini bıraktı. Hareketin etkisiyle, kahvenin üzerindeki krema hafifçe sarsıldı.
“Boşanmak istiyorum.”
Aralarındaki bağı bıçakla kesip atarcasına soğukkanlıydı.
“… Ne?”
Sungyoon afallamıştı.
“B, boşanmak mı?”
“Evet, boşanmak.”
Telaşlanan Sungyoon’un aksine Miyun hiçbir duygu belirtisi göstermedi. Sözleri onu köşeye sıkıştırdı.
“N, neden birden böyle bir şey söyledin ki?!”
Sungyoon aniden ayağa kalktı. Arkadaşının ihaneti ve işindeki başarısızlık onu çıldırma noktasına getirmişti. Miyun’un isteği, bardağı taşıran son damlaydı.
“Lütfen otur.”
Miyun etrafa bakarak onu uyardı. Sungyoon’un bağırışı tüm müşterilerin dikkatini onlara çekmmişti. Kafenin yarısı şaşkındı, diğer yarısı da merakla ikiliyi izliyordu.
Ama Sungyoon başkalarını umursayacak halde değildi.
Sungyoon oturacak gibi durmayınca Miyun iç çekti. Çantasını aldı ve ayağa kalktı.
“Dışarıda konuşalım.”
Kafenin kapısına ilerlerken arkasına bile bakmadı. Sungyoon, şaşkınlıkla onu ardı sıra izledi. Sanki bir rüyadan uyandırılmış gibi, hemen peşinden kafeden ayrıldı.
Geriye, boş sandalyelerin önünde yarısı içilmiş kahve kupaları kaldı.
* * *
Sessiz bir parka vardılar. Güneş tepedeydi ve bu nedenle parkta pek fazla kişi yoktu. Parkta kısa bir yürüyüş yapmak için işlek olmayan saatleri seçen yaşlı bir çift vardı. Sungyoon ve Miyun onlardan uzağa geçtiler.
Miyun, Sungyoon’a baktı.
Kocası ihanete uğramış gibi duruyordu ama ona bakan yüzünde hala bir umut kırıntısı bulmak mümkündü. Eski halinden geriye kalan izler hala vardı ancak orta yaşlı bir adamdan daha fazlası değildi. Göbekliydi, yüzünün her yerinde kırışıklıklar vardı. Kadın pişmanlık duymuyordu. Miyun, ağırlığını bir bacağına verdi ve eşine baktı.
“Bir kez daha söyleyeceğim, boşanalım.”
Beklediği gibi, yanlış duymamıştı. Sungyoon çaresiz hissediyordu.
“Bu boşanma isteği çok ani geldi! İşim yüzünden mi?”
“Evet.”
Sungyoon sustu. Miyun lafı dolandırmadan sadede gelmişti ve sözleri adamın kalbine bir bıçak gibi saplanmıştı. Mazeret göstermek istedi ancak aklına hiçbir şey gelmiyordu. İçinde bulunduğu durumu anlıyordu.
Milyonlarca dolar borca batmıştı. Toplumda, insan hayatının paradan önemli olduğu söylenirdi ancak kimse bunun böyle olduğunu düşünmüyordu. Maddi bir dünyaydı. Milyonlarca dolar, birinin canının kaderini belirleyebilirdi.