Bir şeyler olacak gibi hissediyorum powar up mı geliyor
Novel Günleri - Bilgilendirme!
Bölümün tamamını okumak için üye olmalısınız! Üye olmak için tıklayınız.
37. Bölüm Bölüm 37
Sungyoon son patates parçasını da ağzına soktu ama daha fazlasını istiyor gibiydi. Ağzının kenarındaki kırıntıları silip parmaklarını yaladı. Kore Savaşı’nın sonunda, aç bir sığınmacıyı andırıyordu. Doğru düzgün yıkanmadığından giysileri de yıkanmamıştı. Pisti, ayrıca görmezden gelinemeyecek kadar kokuyordu.
Susamış gibiydi. Beline asılı bir su şişesini çıkarıp bir yudum aldı.
“Yemek için teşekkür ederim.”
“Rica ederim.”
Chelsea biraz utanmıştı. Patates Ay’da pahalı bir şeydi ama o, bıktığı için getirmişti. Ama Sungyoon’un bu kadar hoşuna gittiğini görünce vicdan azabı yaşadı.
Sungyoon kağıt torbayı katladı ve cebine sokmaya çalıştı.
“Ah. Sorun değil. Ben atarım onu.”
Chelsea uzanıp hafifçe Sungyoon’un kolunu tuttu.
“Ahh!”
Sungyoon inledi.
“Ah. Üzgünüm!”
Chelsea hemen kolunu bıraktı. Ama şaşırmıştı.
‘Acıtmış olamam.’
Sungyoon’un kolunu çok hafif tutmuştu ancak Sungyoon abartılı bir tepki vermişti. Sanki yaralanmış gibi davranıyordu. Yakın bir arkadaş böyle canı yanmış gibi şakalar yapabilirdi ancak öyle bir ilişkileri yoktu. Üstelik Sungyoon o tarz şakalar yapacak biri değildi.
Demek ki gerçekten canı yanıyordu. Halinden de acı çektiği belliydi.
‘Yaralı mı?’
“Lütfen kımıldama.”
Chelsea onun kolunu tutup çevirdi. Bileğine ve koluna kötü sarılmış bandajı gördü. Bu onun ilk yardım çantasındandı ki onu da Dünya’dan getirmişti.
“Yaralandın mı?”
“Bir şey yok. Zaten yara kapandı bile. Muhtemelen yarına daha iyi olur.”
Sungyoon yarasını küçümseyerek giysisinin kolunu indirmeye çalıştı ama başarısız oldu çünkü Chelsea giysinin kolunu sıkıca tutuyordu.
“Nasıl yaralandın?”
Chelsea bir Sungyoon’un yüzüne bir bandaja bakıyordu. Endişe ettiği barizdi. Sungyoon’dan kuşkulanıyor olması, onu acı çekerken gördüğünde etkilenmeyeceği anlamına gelmezdi.
“İğneli Kirpi koluma iki diken sapladı.”
Sungyoon hiç yaygara koparmadan cevap verdi. Chelsea’nin, yaralandığını Jimin’e bildireceğini bildiği için olanı söyledi. Temel olarak patronuna rapor veriyordu. Chelsea’nin sorusunu yanıtlamasının ardındaki niyet buydu.
“Peki… İyileşecek misin?”
Chelsea Ay’da uzun zamandır yaşıyordu ve canavarlara dair epey bilgisi vardı. İğneli Kirpi dikeninin hayati bir noktaya saplanmadığı sürece ölümcül olmadığını biliyordu. Diken koluna isabet ettiği için bir güne iyileşirdi.
“Başka yaran var mı?”
“Hayır.”
Chelsea biraz şüpheyle baktı. Yalanları hoş görmeyeceğini söyler gibi bir hali vardı. ama Sungyoon gözlerini ondan kaçırmadı. Chelsea’nin inceleyen bakışlarını boş bir ifadeyle karşıladı.
“Pekala, rahatladım.”
Chelsea artık itham eder gibi bakmıyordu. Hala şüphe duyduğu açıktı ama Sungyoon başka hiçbir bilgi vermedi. Bu noktada daha fazlasını yapamazdı.
“Yine de dikkatli olmalısın. Labirent keşiflerinde tehlike en beklenmedik zamanda gelebilir.”
“Anlıyorum.”
“Ciddi bir yaran olursa hastaneye gitmekte tereddüt etme. Hastane masrafını Jimin karşılar. Bağlayıcıların şirketlerle anlaşma yapma nedenlerinden biri de bu. Sözleşmede bu da var.”
Sungyoon yine başıyla onayladı.
Chelsea, Sungyoon’un onu reddedecek bir şey söylememesinden hoşlanmıştı.
“Ben gideyim öyleyse.”
Chelsea banktan kalktı. Kağıt torbayı ne zaman aldığını bilmiyordu ama şu anda elindeydi.
“Papatesler için teşekkürler.”
“Bir şey değil.”
Chelsea elini “önemi yok” der gibi salladı.
“Görüşmek üzere.”
“Görüşürüz.”
Tokalaştıktan sonra ikisi de kendi yoluna gitti.
Chelsea yavaş adımlarla araştırma tesisine yürüdü. Sokaklar hala kalabalıktı. Kollarını kavuşturdu; hala şaşkınlıktan başını eğiyordu. Bir bilmeceyi çözmeye çalışır gibiydi.
‘Mm. Bir şey unutmuşum gibi hissediyorum.’
Unuttuğu şey dilinin ucundaydı. Rahatsız olmuştu. Sanki son anda hapşıramamış gibi hissediyordu. Kalabalıktan becerikli bir şekilde sıyrılarak ilerledi. Birden vücudu kaskatı oldu.
‘Ah. Bir insan olarak karakterini ölçecektim güya!’
Sonunda laboratuvardan asıl çıkma nedenini hatırladı.
‘Ağzını aramayı unuttum!’
Sungyoon’un yarası onu öyle şaşırtmıştı ki onun nasıl biri olduğunu anlamaya çalışma planı aklından çıkmıştı.
“Ah! Siktir!”
Bir küfür savurdu, omuzları çöktü. Patatesleri yemekten bıkmıştı ama yine de patatesler önemliydi. Ayrıca buraya gelmek için elinden geleni yapmış, ona asılan can sıkıcı bir Bağlayıcı’yla uğraşmıştı. Yaşadığı onca şeyin ardından elinde hiçbir şey yoktu.
Fakat yeniden kendini güçlendirdi.
‘Hmmph. Pes eder miyim?!’
Sabırsız biri araştırmacı olamazdı. Bir bilim insanı, araştırmasının anlamlı bir veri verip vermeyeceğini bilmese bile çıtını çıkarmadan deneylerine devam ederdi. Bir araştırmacı yaşamak için bunu yapardı.
‘Zaten buraya birden çok gelmeyi düşünmüştüm!’
İnsanı bir kez görmekle onun doğasını çözmek mümkün müydü? Önce tanışılmalı, konuşulmalı ve o kişinin nasıl biri olduğunu anlamak için onunla vakit geçirilmeliydi. Tabii insan bilinçli olarak karakterini gizliyorsa yaradılışıyla ilgili doğru bir kanıya varmak katbekat zor olurdu. Zaman zaman Sungyoon’un maskesinin altındakileri görebiliyordu. O maskenin altında bir şeytan mı yoksa bir melek mi gizlendiğini bulmalıydı. Sungyoon gerçekten Jimin’e zarar vermeyi planlıyorsa gerçek karakterini gizlemişti. Chelsea onun asıl karakterini çözememe ihtimalinin yüksek olduğunu biliyordu ve bunu göz önünde bulundurarak hareket edecekti.
Yürürken öfkesi adımlarına yansıdı. Sungyoon’un yüzünü gözlerinin önüne getirdi.
‘Bugünkü deneyimlerime göre, kötü birine benzemiyor.’
Onunla bir kez buluşmuştu. Derin bir analiz yapmak için çok kısa bir süreydi bu.
‘Ara sıra uğramalıyım.’
Bunu en yakın arkadaşı için yapıyordu. Kararını vermişti.
* * *
Neyse ki Sungyoon’un yaralarının çoğu bir günün ardından kapanmıştı. Yaralarının etrafı kabuk bağlıyordu ama bu onu rahatsız etmiyordu. Bir kez daha Bağlayıcı olmanın azametini fark etti.
Sonrasında büyük bir kriz yaşanmadı. Bu onun için büyük bir lütuftu. Uyanıyor, labirente gidiyor ve labirentten çıkınca yeniden uyuyordu. Bu programı tekrarladı. Chelsea ara sıra onu ziyaret ediyordu, o da Chelsea’ye gelişmelerden bahsediyordu. Bu Ay’da kaldığı süre boyunca devam etti.
Bir robot gibi yaşıyordu. Göz açıp kapayıncaya kadar Ay’a geleli iki hafta olmuştu. Jimin’in seçtiği tarih gelmişti; Ay’a dönecekti.
‘Bugün son gün.’
Ertesi gün uzay gemisiyle Dünya’ya dönecekti. Birkaç gün önce yanına gelen Chelsea ona kıskançlıkla bakmıştı.
‘Sonunda Shinhae’yi görebileceğim.’
Kalbi pır pır atıyordu, gerçi bunu söylemek doğru olmazdı. Belki de Ay’la Dünya arasındaki mesafe yüzünden böyleydi. Belki de son iki haftada yaşadığı güç deneyimlerdendi. Shinhae’yi yıllardır görmüyormuş gibi hissediyordu.
Enerji doluydu. Her ay taşının Shinhae’ye kan, can olacağını düşündü. Bu yüzden normalden daha fazla avlandı. Mızrağını savurdu ama yorucu değildi. Ay’a geldiğinden beri hiç bu kadar motive hissetmemişti.
Ancak hissiyatı uzun sürmedi.
“…”
Sungyoon labirentteki bir noktaya bakakaldı. Demin bir Kuduz Köpek öldürmüştü ve cesedi ayağının dibinde yatıyordu. Fakat tek bir ceset yoktu.
Yerdeki, bu zamana kadar birçok defa gördüğü bir canavar cesedi değildi. Bir insanın cesediydi.
Dehşet verici bir manzaraydı. Pençelerle, dişlerle açılan çeşitli yaralar gördü. İğneli Kirpi’nin birkaç dikeni de cesede saplanmış haldeydi. Ölümcül darbe, Sungyoon’un az önce öldürdüğü Kuduz Köpek’ten gelmiş gibiydi. Ölü Bağlayıcı’nın boynunun büyük kısmı, Kuduz Köpek’in dişleriyle koparılmıştı.
Sungyoon kısa bir süre önce neredeyse aynı kadere mahkum oluyordu. Labirentte her an ölebilirlerdi. Bu, bir Bağlayıcı’nın yaşayabileceği en kötü sondu.
Ölüm.
Kuduz Köpek’in cesedi ışıkla kaplandı ve insan cesedinin Kuduz Köpek’e bakan tarafını da aydınlattı. İnsan cesedinin üstünde büyük bir gölge belirdi. Sanki ışık, bir Bağlayıcı’nın trajik ölümüyle alay ediyordu.
Sungyoon bakışlarını labirentin derinlerine çevirdi. Ölü Bağlayıcı bu yöne koşmuştu ve labirentin derinlerine doğru bir kan izi uzuyordu. Anlaşılan yaralanmış, kaçmak için mücadele etmişti. Fakat yolda bir Kuduz Köpek’le karşılaşacak kadar şanssızdı.
Sungyoon cesedi incelemek için tek dizinin üstüne çöktü. Adam ölünce tüm Mücevherleri etkisizleşmişti. Bu yüzden sıradan bir eşofman vardı üzerinde. Sungyoon, cesedin sağ bileğinde parıldayan bir Cihaz gördü. Tıpkı onunki gibi bilezik şeklindeydi ama daha üst dereceliydi. Toplam altı yuvası vardı ve her yuvada bir Mücevher bulunuyordu. Çoğu Mor Mücevher’di fakat ikisi mavi renkteydi. Bu Mücevherler Mor Mücevherlerden bir seviye daha üstün olan Çivit Mücevherlerdi.
Kalbinin yanında derin bir yara vardı. Canavarların bir Bağlayıcı’nın kalbini zayıf nokta olarak gördüğü söylenirdi. Kalp büyülü enerjiyi yayardı ve canavarların iştahını kabartırdı. Bu teoriyi ispatlayan bir araştırma olduğu söylenmişti. Şimdi düşününce, Kuduz Köpek’e mızrağını sapladığında canavar Bağlayıcı’nın göğsünü yiyordu. Cesedin kasları, kemikleri ortadaydı. Sungyoon adamın yüzüne baktı.
Gözleri açıktı. Kinle labirentin tavanına bakıyordu. Muhtemelen ölürken labirente sayıp sövmüştü. Fakat tüm bunlar geçmişte kalmıştı; bu adamın tek bir düşüncesi bile kalmamıştı. Asla öfkelenemeyecek, gelecekte hiçbir şey başaramayacaktı. Sungyoon cesedin gözlerini sessizce kapadı. Kin dolu gözlerine rağmen gözkapakları çok kolay kapandı.
Sungyoon bir süre onu inceledi.
Sempati duyuyor değildi. Tabii yüreğinde bir insanın ölümünün ağırlığı vardı. şoke olmuştu ve bunu ortaya çıkaran en büyük şey, cesedin haliydi. Fakat artık Shinhae dışında kimseye ne olduğunu umursamıyordu. Onun arkasından yas tutması için hiçbir nedeni yoktu.
Bu, Sungyoon’un hiçbir şey hissetmediği anlamına gelmiyordu. Adamın üzerindeki Mücevherlere ve Cihaz’a bakılırsa, ona kıyasla çok daha üst seviyede bir Bağlayıcı’ydı. Mavi Mücevher taşıyabilecek kapasitede biri Kişisel Labirent’e atanacak kadar güçlü olurdu. Bu kişi yeteneksiz ya da fazla vurdumduymaz olabilirdi fakat kesin olan bir şey vardı ki bu kasvetli, karanlık yerde can vermişti.
Sungyoon’un geleceği de böyle olabilirdi.
Çoktan yüreğini sağlamlaştırdığını sanıyordu ama gözlerinin önündeki ceset zihnini bulandırmıştı.
‘Şimdilik geri döneyim.’
Cesedi alamazdı. Onu taşımaya kalkarsa savunmasız bir anda canavarların pususuna düşebilirdi; buna izin veremezdi.
Adamın üstünü aradı.
“İşte burada.”
Cebinde küçük bir kart buldu. Bu, Bağlayıcı Kimliği’ydi. Onu, Mücevherleri ve Cihaz’ı aldı.
‘Götürmem gereken tek şeyin bu olduğunu söylediler.’
Savaş alanında ölü askerlerin künyelerini çıkarmak gibiydi… Cesedi labirentten çıkarmak zordu, bu nedenle birinin ölümünü ispatlamak için tek gereken o kişinin kimliğiydi. Ayrıca destek merkezi kıymetli Cihaz ve Mücevherleri de istiyordu.
Cihazı ve Mücevherleri alırken içten içe bir ikileme düştü. Bunları gizlice kendine saklarsa kabiliyetleri güçlenirdi. Açgözlü davrandığını hissederek bunu sertçe bastırdı. Cihaz’ı ve Mücevherleri cesedin kimliğiyle birlikte aldı.
‘Başkasından bir şey çalarsam şerefsizin teki olurum.’
Jaeho hainini düşünerek mırıldandı.
Ayağa kalktı. Ayrılmadan önce cesede son defa baktı.
‘Bugün…’
Aklına bir şey geldi.
‘Büyük Labirent’i ziyaret etmeliyim.’
Kendine hedefini anımsatmak zorundaydı. Oraya, kalbini yeniden körüklemek için gitmeliydi.