emeğinize sağlık
Novel Günleri - Bilgilendirme!
Bölümün tamamını okumak için üye olmalısınız! Üye olmak için tıklayınız.
39. Bölüm Bölüm 39
Sungyoon Chelsea’ye baktı. Chelsea bir bakışta onun ciddileştiğini anladı ama endişelerinin aksine savaş bunalımı yaşamıyordu.
“Duydun mu?”
“Evet, resepsiyonist söyledi.”
Sungyoon başını çevirip yeniden önüne baktı. Ama Chelsea gözlerinin daldığını fark etti.
“Seni endişelendirdim sanırım.”
“Artık tamamen birbirimize yabancı değiliz. Yine de beklediğimden daha iyi iş çıkardın. Bu iyi bir şey.”
“Evet, iyiyim.”
Sesi kısıktı ama hala güçlüydü. Ancak o kadardı; başka bir şey demedi.
Chelsea iç geçirdi. Bu adamı günlerdir gözlemliyordu ve bu konuda daha fazla konuşmayacağını biliyordu. Tahmin edilebilir bir şeydi. Direkt soru sormadığı sürece konuşan biri değildi.
‘Onu teselli falan mı etmeliyim?’
İçinden homurdandı ama onu yalnız bırakmak doğru gelmiyordu.
“Biraz olsun şoke olmadın mı?”
Bir an Sungyoon bir şey demedi. Konuşmak istemiyor gibi görünüyordu ama aynı zamanda düşüncelerini toparlıyor gibiydi de. Chelsea ona acele ettirmedi.
Bir süre sonra Sungyoon sonunda konuştu.
“En başında şoke olduğum doğru.”
Sungyoon’un karakteri düşünüldüğünde, bu tek cümlenin ardından sessiz kalması beklenirdi. Chelsea zaten bunu bildiğinden daha fazla şey sormayı düşünüyordu ama şaşırtıcı şekilde Sungyoon o bir şey diyemeden devam etti:
“Muhtemelen bunu bilirsin: Labirentte bir Bağlayıcı cesedi bulduğunda cesedi geri götürmek öğretilmez. Bağlayıcı’nın ölümünü kanıtlamak için kimliğini götürmek zorundasın. Ayrıca kıymetli Mücevherleri ve Cihaz’ı da istiyorlar. Bu kadar. Kimse, cesedi geri getirmeni istemez.”
“Kimse seni suçlamıyor. Zaten labirente girerek hayatını riske atıyorsun. Bir de cesedi labirentten çıkarmanı istemek aşırıya kaçmak olurdu.”
Sungyoon’un bu konuları açmasını istemeyerek hemen engelledi çünkü Sungyoon’un kendini suçladığını düşünüyordu. Muhtemelen şimdi silah arkadaşının cesedini geride bırakmanın suçluluğunu yaşıyordu.
Ama Sungyoon sessizce başını iki yana salladı.
“Düşündüğün gibi değil.”
Bu konuda kendisi suçlamasına imkan yoktu.
“Cesedi bulmak benim için nimetti. Teşekkür etmek için onun Mücevherlerinden birini bana verdiler. Aslında bunu emreden bir yasa da var.”
“Böyle bir yasa olduğuna eminim.”
Chelsea konuşurken hafızasını yokladı. Sungyoon tüm malzemeleri alabilirdi. Yani bu nedenle Mücevherleri ve Cihaz’ı geri getirdiği için ona bir karşılık vereceklerdi.
Sungyoon cebini arayıp bir şey çıkardı. Bir Mücevher’di bu ve mor dereceliydi. Şekli yıldız gibiydi.
“Mor Mücevherlerden birini almamı söylediler, ben de hemen bunu seçtim. Bu olaydan önce neredeyse ölüyordum ve bu bana iki yıldız şekilli Mor Mücevher’i teçhizatlandırabilen bir Cihaz almama izin verdi.”
Chelsea biraz şaşırmıştı.
‘Labirenti keşfetmeye daha iki hafta önce başladı ama bir Cihaz ve bir Mor Mücevher alabildi mi yani?’
Chelsea süreçten biraz uzaktı ama labirent keşfiyle alakalı çok fazla bilgiye rastlayabiliyordu. Bu nedenle Sungyoon’un diğer Bağlayıcılara kıyasla yeni Mücevher’i ve Cihaz’ı çok daha hızlı elde ettiğini biliyordu. Mücevher’i bir cesetten almıştı ama bunun önemi yoktu. Nihayetinde şansı yaver gitmişti.
O şaşırırken Sungyoon devam etti.
“Bir Mücevher kazandığım için mutluyum, doğru. Ama Bağlayıcı olmanın gerçekliği zihnimde gerçekten yer edindi. Sanki yapbozun son parçası da yerini buldu.”
Bunlar Bağlayıcı olmanın yapboz parçalarıydı: Canavarlarla savaşmak, kişinin hayatını sürekli tehlikeye atması, dipte yaşamanın yoruculuğu vs… Büyük oranla yapbozu birleştirebilmişti ama cesedi bulduğunda, yapbozun son parçasını da bulmuş oldu. Tüm görsel şekillendi.
“Sence başkanın babası da onunla aynı kaderi mi paylaştı?”
“…”
Chelsea bir şey demedi.
Başlangıç Labirenti’nde bir ceset bulmuştu. Jimin’in babası, Güney Kore’yi temsil eden Bağlayıcılardan biriydi. Büyük Labirent’teki baskınlarda öncüydü. İlk bakışta kıyaslama pek doğru durmuyordu ama ikisi de labirentte ölmüştü ve ikisinin de cesetleri ailelerine gönderilmeyecekti. Biri Başlangıç, diğeri Büyük labirentte ölmüştü. Tek fark yerleriydi.
Bu yönden düşünüldüğünde Jimin’in babasının ölümünü aşamamış olmasını anlayabiliyordu. Babasının cesedi Büyük Labirent’in soğuk zemininde çıkarılmayı bekliyor olabilirdi. Chelsea sessiz kaldı çünkü Jimin’den babasını aramaktan vazgeçmesini söyleyip durmuştu.
“… Düşüncesizce konuştum. Lütfen bunu başkana söyleme.”
“Söylemem.”
Chelsea hemen cevap verdi. Şu anda Sungyoon’un söylediklerini Jimin’e anlatmayı düşünmüyordu. Böylesi Jimin’i daha çok incitirdi.
“Sonuçta tüm Bağlayıcılar aynı. Ne kadar kazandığımızın, yeteneklerimizi ne kadar güçlendirdiğimizin önemi yok. Tehlike hep baş ucumuzda. İleride ben de o ceset gibi olabilirim. Bunu düşünmek çok garip hissettiriyor.”
Korkuyu hissediyordu. Ama başka duyguları da vardı; aynı anda hem gülüp hem ağlamak istemek gibiydi. Mutluydu ama öfkeli de hissediyordu. Duyguları içinde birbirine karışırken zıt duygular çarpışıyordu. Şekilsizlerdi ve bu da onu sersemletiyordu.
“Tüm bunları biliyorum, yaşanacaklara da hazırım. Ama bu hiçbir şeyi değiştirmiyor. Bağlayıcıların karşılaştığı tehlikelere dair genel bir fikrim vardı. Ama şimdi bizzat yüzleştim, hepsi bu.”
“Yani artık korkuyor musun?”
“Korku benim can yoldaşım.”
Sungyoon hemen karşılık verdi. Bağlayıcı olduğundan beri korkuyla yaşıyordu. Bu korkunun şeytan mı melek mi olduğunu bilmiyordu ama hep peşindeydi.
“Ama merak etme. Bağlayıcı olmanın gerçeklerini gördüysem de, labirentlere minnettarım. Ben her şeyini kaybeden bir mağlubum. Borç içindeyim, dibe sıkışmış haldeyim. Canımı verince silinecek bir miktar da değildi. Ama labirentler sayesinde geleceğe umutla bakabilir oldum.”
Korkularını kıyasladığında, şimdiki korkusu geçmişteki korkusuna kıyasla hiçbir şeydi.
“İki hafta benim için ödüllendirici oldu. Şimdi labirentleri ve Bağlayıcı olmanın anlamını daha iyi anlıyorum.”
Sungyoon içtenlikle konuşuyordu fakat Chelsea, Sungyoon’un duygu durumu hakkında böyle düşünmüyordu.
“Nasıl iyi olabilirsin?”
Chelsea Sungyoon’a hiç kitap açmamış bir canavar gibi baktı. Sungyoon’un tavırları, labirente daha yeni girmeye başlayan acemi bir Bağlayıcı’nın tavırları gibi değildi.
Sungyoon kafasını sağa sola salladı.
“İyi değilim, yanılıyorsun. Söylediklerim doğru ama bu korkmadığım anlamına gelmiyor. Şu anda çok korkuyorum.”
“Ama hiç de öyle görünmüyorsun.”
“Kendimi kontrol etmek zorundayım. Sen gelmeden önce, kızımın fotoğrafına bakarak kendimi sakinleştiriyordum.”
Sungyoon bir kez daha kızının fotoğrafını çıkardı ve ona gösterdi.
‘Şimdi düşününce…’
Sungyoon’u kızının fotoğrafına bakarak mırıldanırken bulmuştu. Delirdiğini düşünmüştü ama anlaşılan o ki kızının fotoğrafına bakarak korkularıyla savaşıyordu.
“Üstelik labirentten çıktıktan sonra bazen Büyük Labirent’i ziyaret ediyorum. Hedefim orası. Ona bakarak kendimi toparlıyorum.”
‘Ha?’
Chelsea afallayarak başını yana eğdi. Bunu daha önce bir yerde duymuştu.
“Yoksa sen etrafta dolaşan söylentilerdeki adam mısın? Büyük Labirent’e, ailesini öldürmüş gibi bakan sen misin?”
“Benimle ilgili dedikodular mı var?..”
Böyle bir şeyi hiç beklemiyordu, bu yüzden hafifçe kaşlarını çattı.
“Eşsiz olduğun için. Çoğu Bağlayıcı Büyük Labirent’e yaklaşmaktan kaçınır, ama sen bilerek oraya gidiyorsun. Onu öldürmek ister gibi izliyorsun. Tabii ki dedikodular çıkacak.”
“Sanırım haklısın.”
Şimdi düşününce insanların onun hareketlerini neden tuhaf bulduğunu görmek kolaydı. Ama Sungyoon oraya gitmeyi bırakmayı düşünmüyordu. Bu, geleceğine giden yolu açmak için yaptığı bir ritüeldi.
Yanıldığını anlayan Chelsea rahat bir nefes aldı. Onun insan maskesi takan bir canavar olduğunu sanıyordu ama yanılmıştı.
“Bunu duymak güzel. Hatta çok güzel. Korkan insanlar var ama para için Ay’da kalıyorlar. Sonunda labirent onlar için mezar oluyor. Onlar gibi olmayacaksın.”
Chelsea, Bağlayıcıların labirentlere yem olmasını gerçekten istemiyordu.
“Bugün epey konuşuyorsun, normalde robot gibiydin. Sadece sorduklarıma cevap verirdin.”
Sungyoon acı acı güldü. İşte o zaman Chelsea, ilk kez onu gülerken gördü.
“Sanırım hala şoktayım. Ayrıca yarın Dünya’ya döneceğim. Biraz duygusalım.”
“Bu halin daha iyi.”
Chelsea bugün hedefini büyük oranda tamamlamıştı. Onun kasvetli, karanlık yapısının altında neyin gizlendiğini görmüştü. Beklenmedik şekilde güçlü iradeli, prensipli bir adamdı. Eğer bu gerçek haliyse Jimin için daha fazla endişelenmesine gerek yoktu.
Ama Sungyoon kafasını sağa sola salladı.
“Bugünkü özel durum. Yarın normal halime dönerim.”
“Bu kötü oldu.”
“Elden bir şey gelmez.”
En yakın arkadaşı ve karısı ona ihanet etmişti. Dahası o dağlar kadar borcun altında ezilirken hayatındaki herkes iletişimi kesmişti. Güzel kadınlara güvensizlik duymadan önce insanlığa karşı güvenini yitirmeye başlamıştı. Karısı Miyun bu halini tetikleyen unsurdu. Chelsea ile sohbet edebilmesi bile başlı başına şaşırtıcıydı ve bugünkü olaylardan çok etkilendiğinin bir göstergesiydi.
“Kötüymüş.”
Chelsea aniden konuyu kapadı, bu yüzden Sungyoon rahatladı. Chelsea gibi güzel bir kadınla konuşmak, atmayan kalbine hala kötü geliyordu.
Chelsea ise Sungyoon’un bu halini sevmişti. Ama ısrarcı davrandığı takdirde bir kazancı olmayacaktı. Nihayetinde onu pek tanımıyordu ve onu zorlayacak kadar arkadaş değillerdi. Üstelik Chelsea, onunla o seviyede bir arkadaşlık kurmayı düşünmüyordu.
Her zamanki gibi bir süre daha sohbet edip kendi yollarına gittiler.
* * *
Ertesi gün.
Sonunda Sungyoon’un Dünya’ya gideceği gün gelmişti. Dünya’yı özlemişti.
Chelsea ise artık onunla daha yakın oldukları için onu yolcu etmeye havaalanına gelmişti.
“Tebrikler. Kısa süre içinde bu yorucu yerden kaçabiliyorsun.”
Konuşurken tokalaşmak elini uzattı.
“… Teşekkürler.”
Sungyoon onu geri çevirmeyi bile düşünmeden elini kaldırdı. Ancak Chelsea’nin yüzü biraz kötüleşti ama fark etmek zordu.
Sanki dün yaşanan her şey rüyadan ibaretti. Sungyoon’un hali, tavrı dünkü duygularından hiç iz taşımıyordu. Her zamanki gibi kasvetli bir tavra bürümüştü.
“Gerçekten de asıl haline geri döndün.”
Chelsea ona takıldı. Ancak Sungyoon tepki bile vermedi, sadece sessizce başını salladı. Chelsea iğrenmiş gibi bir ses çıkarıp elini bıraktı.
“Dünya’ya gittiğinde istediğin her şeyi yapabilirsin. İstediğini yersin, kızınla istediğin kadar zaman geçirirsin. Ay’a döndüğünde bunları yapamayacaksın.”
Bu, tüm bunları yaşamış birinden gelen bir öğüttü. Sungyoon sessiz kaldı ve başıyla onayladı.
“İyi yolculuklar.”
“Teşekkürler, yakında döneceğim.”
Bu sözlerin ardından arkasını dönerek onu bekleyen uzay gemisine bindi.
Gerçekten de Dünya’dan ayrılalı daha iki hafta olmuştu.