ÇEVİRİ VE EDİT İÇİN TEŞEKKÜRLER EMEĞİNİZE SAĞLIK
Novel Günleri - Bilgilendirme!
Bölümün tamamını okumak için üye olmalısınız! Üye olmak için tıklayınız.
40. Bölüm Bölüm 40
“Güzelce giyindin mi?”
Jimin, Shinhae’nin giysilerine bakarken bunu sordu. Tek bir toz zerresi görürse alıyor, küçük bir kırışıklık görürse eliyle bastırıp düzeltiyordu. Shinhae bundan rahatsız olmuş gibiydi. Kaşlarını çatarak Jimin’den uzaklaşmaya çalıştı ama kaçamadı. Sonunda hüsranla surat astı. Jimin onun için uğraşırken yerinden ayrılmadı.
“Mmm. Sanırım bu yeterli.”
Jimin, Shinhae’den bir adım uzaklaştı. Shinhae’ye çok kaliteli bir sanat eserini değerlendirir gibi baktı. Ancak Shinhae hala somurtuyordu. Yanaklarını şişirerek ona bakmayı reddetti. Öyle tatlı duruyordu ki Jimin durmadan gülümsüyordu.
Fırtınanın kargaşa yarattığı geceden sonra Jimin, Sungyoon’un evini ziyaret etmeye devam etmişti. Shinhae ona kendi küçüklüğünü anımsatıyordu. Böyle birini tek başına bırakamazdı. Tabii Shinhae de onu içtenlikle karşılıyordu. Jimin her akşam buraya gelip onun uykuya dalışını izliyordu. Ancak o zaman oturma odasında uyuyordu. Shinhae’yi her sabah uyandırıp okula gönderiyor, sonra da kendisi işe gidiyordu. Jimin çocuğun annesinin rolünü üstlendiğini biliyordu ama bu hayatı kötü bulmadı.
Fakat bu, bunu yaptığı son gün olacaktı. Shinhae’nin babası eve geliyordu
“Babanı görmeye gidelim mi?”
“Evet!”
Az önce sinirli olan Shinhae kocaman güldü ve bağırarak cevap verdi. Babasını özlemişti ve “baba” kelimesi içgüdüsel bir tepki vermesine neden olmuştu. Fakat sonra birden iç çekerek başını çevirdi; Jimin’i sinirli olması gerektiğini hatırladı. “Öfkeli” halini ona göstermek istediği açıktı.
“Öyleyse gidelim!”
Jimin gülerek elini uzattı. Shinhae gizlice ele bir bakış attı. Öfkesini göstermeye devam etmek istediğinden Jimin’e bakmıyordu.
Jimin Shinhae’ye nazikçe bakarak onu kapıdan çıkardı.
* * *
Oturduğu koltuk biraz sarsıldı ve titreşim vücuduna yayıldı. Pencereden dışarı baktı.
Mavi gökyüzünü, mavi okyanusu, yoğun yeşilliği gördü. Kasvetli Armstrong şehrinde yukarı, aşağı, sağa, sola baktığında tek gördüğü yapay griydi. Dünya bambaşkaydı.
‘Döndüm.’
Sungyoon biraz duygulandı. Gri Ay’ı terk edip insanlığın mavi beşiğine dönmüştü.
Ancak duygusallığı uzun sürmedi. Dünya tıpkı mavi bir cevher gibiydi ve onu görmek moralini yükseltiyordu. Fakat o, mavi dünyadan daha değerli bir şeyi görmek istiyordu: Kızını.
Uzay gemisinden çıktı. Ay’daki havanın aksine, temiz hava onu sarmaladı. Bambaşka şeylerdi bunlar. Sungyoon nefes almasına gerek olmasa da derin bir nefes aldı. Buna ihtiyacı olduğunu hissetti. Sungyoon’un yanındaki birkaç kişi daha aynını yaptı. Anlaşılan birçoğu onun gibi başlangıç seviyesindeydi. Bu hayat tarzına alışkın olanlarsa sessizce kendi yollarına gittiler.
Sungyoon da peşlerinden gitti.
Giriş için basit bir prosedürden geçtikten sonra bagajını alarak hızla yürüdü. Adımları gitgide hızlanıyordu.
Cam kapıyı açtı ve bekleme odasına ilerledi.
Sungyoon onu orada buldu. İnsanlar arkadaşlarıyla, aileleriyle gülüşerek sarılıyor, buluşmalarını kutluyordu. Ancak bu kişiler Sungyoon’a bir şey ifade etmiyordu. O anda onlara bakmadı bile. Çocuğuna baktı.
“Baba!”
Anlaşılan Shinhae de Sungyoon’u görmüştü. Babasına doğru bağırarak koştu. Sungyoon bagajını yere fırlattı. İçinde ay taşlarıyla birlikte Ay’a götürdükleri vardı. Ay taşları için canını tehlikeye atmıştı ama o anda hiçbir önemi kalmamıştı.
Diz çöktü. Kollarını açtı, yüzünde çoktan parlak bir tebessüm belirmişti.
“Babaa!”
Shinhae, Sungyoon’un kollarına atladı. Küçük, tatlı elleriyle öyle bir sarıldı ki babasını asla bırakmayacak gibiydi.
“Baba! Baba!”
Shinhae küçük bir hıçkırıkla ona yeniden seslendi. Sungyoon’un gözleri kızarmıştı. Daha sıkı sarıldı.
“Evet, Shinhae. Baban burada.”
Boğazına bir yumru oturduğundan zar zor konuşabildi. Kızına sarılmayalı yıllar olmuştu sanki. Bir anda gözlerinden yaşlar akmaya başladı.
“Baba, kokuyorsun.”
Shinhae’nin yüzü yaşlarla doluydu, babasına baktı. Tabii kokuyordu çünkü son iki haftadır doğru düzgün yıkanamamıştı. Yine de en temiz giysilerini giymişti. Biraz mahcup oldu.
“Uzaklaşmak ister misin?”
“Hayır!”
Shinhae bunu söyleyip daha sıkı sarıldı. Birkaç kez daha koktuğunu söylese de ondan uzaklaşmadı. Sungyoon bir kez daha gülerek ona sarılmaya devam etti. Çocuklara özgü o sıcaklığı hissedebiliyordu. Shinhae kıpırdanıp durdu.
Jimin yavaşça onlara yaklaştı ama hemen ses çıkarmadı. Belli bir mesafede durup baba kızın kavuşmasını izledi. Gözleri dalmıştı.
‘Ben de böyleydim.’
Babasının Dünya’ya döndüğü günlerde onu tam burada beklerken kalbi delice atardı. O zamanlar lezzetli yiyecekler, güzel kıyafetler istemezdi. Volta atarak babasını beklerdi. Babası, tıpkı Sungyoon gibi, bekleme odasının kapısından geçer o da aynı Shinhae gibi bağırarak babasına seslenirdi. Kollarına koşar, dağ gibi babası onu yakalardı.
O günler bir daha geriye gelmeyecekti. Rüya gibilerdi artık.
“Başkan.”
Jimin kendine geldi. Baba kızın duygusal kavuşması sona ermiş gibiydi. Sungyoon kızının elinden sıkıca tutmuş, Jimin’e bakıyordu. Anlaşılan bir süredir kendi düşüncelerine dalmıştı.
“Unni, hasta mısın?”
Daha demin Shinhae Jimin’e surat asıyordu. Nazlı ve biraz kavgacı davranmıştı. Ama şimdi ona endişeyle bakıyordu. Jimin gülümsedi.
“Hayır, iyiyim.”
Ardından Sungyoon’a baktı, yüzü hemen soğuk haline geri büründü. Sungyoon’un Shinhae’ye gülümseyen tavrından da eser yoktu. Boş boş ona baktı.
“Hoş geldiniz.”
“Geri döndüm.”
Pek samimi bir selamlaşma olmadı.
“Nasıldı? Labirent nasıldı?”
“Zordu.”
Basit bir karşılık verdi. Ancak bu basit cümlenin içinde Ay’da hissettiği karmaşık duygular vardı.
“Beklediğim gibi. Yine de iyi iş çıkardınız. Lütfen eve gidip dinlenin. Daha sonra detayları dinlerim.”
“Anlaşıldı.”
Sungyoon büyük bir çantayı Jimin’e itti.
“Hasat burada.”
Çanta, topladığı ay taşlarıyla doluydu.
“Lütfen daha sonra verin.”
“Anladım.”
Sungyoon onu geri aldı.
“Gidelim mi?”
Jimin bunu söyledikten sonra öne geçti. Sungyoon kızının elinden tutarak onun peşinden gitti. Shinhae babasını görmeyeli epey olmuştu, bu yüzden her adımını heyecanla atıyordu. Babasının elini sıkıca tutarak kolunu sallamaya çalıştı. Ardından babasının güçlü elini iki eliyle tutmaya çalıştı. Normal halinin aksine gülerek Shinhae’nin oyunculuğuna ayak uydurdu.
“Cihazınızı ve Mücevherlerinizi bırakalım.”
Bellli bir bankoya gelince Jimin konuştu.
Hükümet politikasına göre Bağlayıcılar, Mücevher ve Cihazlarını Dünya’ya götüremezdi. Sungyoon isteneni yaptı.
“… Daha fazlası var.”
Jimin şaşırmıştı. Sungyoon, Jimin’in ona verdiği Cihaz ve Mücevherlerden daha fazlasıyla dönmüştü.
“Sadece iki haftada daha fazlasını mı kazandınız?”
“Çok uzun hikaye.”
“Tamam. Daha sonra dinlerim.”
Cihazlarının ve Mücevherlerinin sayısını artırması kötü bir şey değildi. Jimin konuyu uzatmadan yürümeye başladı.
Üçlü otoparka ulaşmıştı artık.
Bu defa Jimin ortalama bir arabayla gelmişti. En sevdiği arabası, sadece iki kişilik koltuğu olan kırmızı spor arabasıydı. Sungyoon bagaja bavulunu koyduktan sonra arabaya bindiler.
Arabayı Jimin sürdü. Sungyoon başkana araba sürdürdüğü için rahatsız hissetse de Jimin takılmadı. Son iki haftadır labirent keşfi için canını tehlikeye atıyordu. Çok sıkıntı çekmişti. Bu durumda arabayı ona sürdüremezdi ki üstelik Sungyoon’un araba sigortası yoktu.
Jimin’in arabası kolayca harekete geçti.
“Ooh! Mmm.”
Shinhae babasına yapıştı; gözleri kapanmak üzereydi. Bu da beklenen bir şeydi çünkü uzay üssü Jeolla-nam-do’da olduğu için evden erken çıkmışlardı. Shinhae babasını görmeyi çok istediği için hiç şikayet etmedi. Jimin onu uyandırır uyandırmaz kalkmıştı ama şimdiden sınırına ulaşmıştı.
Tap!
Shinhae’nin başı babasının koluna düştü. Uykuya dalan küçük kız, yumuşak nefesler alıp veriyordu ama tatlı, küçük elleri babasının kolunu sıkıca tutuyordu.
Sungyoon kızının saçlarını okşadı.
Shinhae uyanır gibi oldu ama bundan hoşlanmış gibi görünüyordu. Yüzünde küçük bir tebessüm oluştu.
“Shinhae’yi getirdiğiniz için teşekkürler.”
Aslına bakılırsa Shinhae’yi uzay üssünde görmek onu şaşırtmıştı. Evden bu kadar uzağa gelmesini hiç beklememişti.
“Sorun değil. Siz yokken Shinhae ile çok yakınlaştık.”
“Öyle mi?”
“Evet.”
Yeniden sessizlik oluştu. Sungyoon da Jimin de birbirleriyle alakalı şeylerden konuşma gereği duymuyordu. Ama Jimin çok geçmeden sessizliği bozdu.
“Siz neden uyumuyorsunuz? Çok yorgun olmalısınız.”
“O kadar yorgun değilim.”
Bağlayıcı olduğundan beri nadiren yorgun hissediyordu. Labirentte canavar öldürse bile durum böyleydi. Zihnen bitkin düşüyordu ama vücudu asla yorulmuyordu.
“Anladım.”
Bu kadar. Jimin daha fazla konuşmadı ve yeniden sessizlik oluştu, ta ki Sungyoon’un evine varana kadar.