Ben unutmuştum lan onu.
Novel Günleri - Bilgilendirme!
Bölümün tamamını okumak için üye olmalısınız! Üye olmak için tıklayınız.
43. Bölüm Bölüm 43
Normal halinin aksine bu kez empati yaptığı sesinden belliydi. Kadının yaşadıklarını anlayabiliyordu. Dahası, boş teselliler vermiyordu. Deneyimleriyle yola çıkarak konuşuyordu.
“Teşekkürler. Bunları duyunca daha iyi hissettim.”
Başkalarının acısını anlamaya çalışmak, aynı şeyleri deneyimlemedikçe neredeyse imkansızdı. Saçmaydı ama Sungyoon’un onu anlaması, başkalarının söyleyebileceği herhangi bir şeyden daha çok güç veriyordu ona. Belki de bunun sebebi Sungyoon’un onunla benzer şeyler yaşamasıydı.
Ama bu şekilde çalışmaya devam edemezdi.
“Yaşadığım aksilikleri konuşmayı bırakalım. İşimize geri dönelim.”
“İyi misiniz?”
“İyiyim. Yapabileceği tek şey buraya gelip iğrenç ses tonuyla ciyaklamak. Tek yapmam gereken uzaklaştırma kararına yeniden başvurmak. Gerçi onun bu kadını geri püskürteceğini sanmıyorum.”
Jimin küçükken uzaklaştırma kararını birkaç kez ihlal etmişti. Konu para olduğunda annesi çok dik kafalıydı.
“Rahatsız edici olacaktır.”
“Yine de onu öldürebilecek değilim ya.”
Annesinin böyle davranması onun için uzun süredir problemdi.
“Bu konuyu kapatalım. İş konuşalım.”
Şu ana dek duyguları biraz olsun yüzüne yansımıştı. Ama bir rüyadan uyanır gibi, yeniden buz gibi ifadesine büründü. Sungyoon da eski, duygusuz haline geri dönmüştü. Başka biri olsa bu manzarayı çok tuhaf bulurdu.
“Her şeyden önce bunu size vermek istiyorum.”
Jimin masanın çekmecesinden beyaz bir zarf çıkardı. İçi dolu görünüyordu. Sungyoon bunun bir belge olduğunu sanarak hemen zarfı açtı. Ama gördükleri karşısında gözleri fal taşı gibi açıldı.
“Bu…”
Sungyoon elini zarfa sokup içindekini çıkardı.
Paraydı bu.
Elli dolarlık banknotları salladı.
“İlk gelirinizi fiziki olarak görmenin en iyisi olacağını düşündüm.”
Sungyoon bir parmağıyla paraları çevirdi. Para onu hep büyülemişti.
“Burada dört yüz banknot var.”
‘Çok fazla.’
Sadece iki haftadır çalışıyordu. Üstelik, acemi olarak labirentte kendine yer edinmek istediği için çok yavaş ilerliyordu. Sonucunda yığınla para kazandığına inanamıyordu. İşçilik yaparak, özel bir becerisi olmadan bu kadar para kazanması imkansızdı.
Ama Jimin farklı düşünüyordu.
“Miktar biraz az, ama böyle olmalı. Hala acemisiniz ve ay taşlarını toplamak için size verilen süre de kısaydı.”
“Çok değil mi?”
“Azdan da öte. Yetersiz. Elbette bunu saygın Bağlayıcıların geliriyle kıyaslıyorum.”
Sungyoon sustu. Diyecek hiçbir şeyi yoktu. Bağlayıcıların çok para kazandığını biliyordu ama elinde yığınla para tutunca bu gerçek anlamda kafasına dank etti.
“Shinhae’ye lezzetli bir şeyler alın. Ayrıca Ay’da kalırken de harcamalısınız.”
Jimin’i duyunca bu parayı nerede kullanacağını düşündü. Shinhae’ye ne gibi leziz yiyecekler alacağını, ayrıca onu eğlenmesi için nerelere götürebileceğini düşündü. Kafasındaki planların hepsi Shinhae ile ilgiliydi.
Ancak borcunu hatırlaması uzun sürmedi. Bu da düşüncelerine yansıdı.
“Kazancımın yarısını borcuma yatıracağım.”
Sungyoon paranın yarısını saymaya başladı. Ama Jimin sertçe başını sağa sola salladı.
“Daha önce söylemedim mi? Asıl hedefiniz Büyük Labirent. Babamdan geriye kalan izleri bulmak zorundasınız. Borcunuza gelince, şu anda ödemek zorunda değilsiniz. Bu parayı Ay’da biraz daha rahat yaşayabilmek için harcayın. Labirentteki etkinliğinizi artıracaktır.”
Sungyoon ikilemde kaldı. Her kuruşunu borcuna yatırmak istiyordu çünkü bundan bıkmıştı. Bu lanet prangaları kırmak istiyordu. Ama sonunda parayı saymayı kesip zarfa koydu. Başkanının tavsiyesine uymayı karar verdi. Üstelik Jimin’in söylediği şey mantıklıydı.
“Borcumu ileri bir tarihte ödemeye başlarım.”
“Evet. Lütfen öyle yapın.”
Sungyoon zarfı dikkatlice cebine koydu. Shinhae’ye güzel bir yemek ısmarlayacağını düşününce heyecanlandı.
“Evet, bir sonraki konuya geçelim. Ekstra Cihaz ve Mücevher elde ettiniz.”
“Evet.”
“Çok iyi bir şey bu.”
İki haftada böyle bir şey yapmasını beklemiyordu.
“Onları nasıl bulduğunuzu sormamın bir sakıncası var mı?”
“Cihaz’ı bir canavar öldürdüğümde elde ettim. Mücevher ölü bir adama aitti. Sahip olduğu eşyaları geri götürünce karşılığında bana Mücevher’i verdiler.”
“…”
Jimin sessizce ona baktı.
“Cesedi gördünüz mü?”
“Evet.”
Sungyoon tek kelimelik bir cevap verdi. Bu sözcüğün ardında nasıl bir duygu vardı? Sungyoon’un sakin yüzü bunu tahmin etmeyi zorlaştırıyordu.
“İyi misiniz?”
“İyiyim.”
Jimin bu konuyla ilgili başka bir şey sormadı. İyi olduğunu söylüyordu, uzatmanın ne anlamı vardı ki? Her şeyden önce o, kendi istekleri için Sungyoon’u ölüme gönderiyordu.
“Anladım… Yeteneğini kontrol ettiniz mi?”
“Evet.”
“Nedir?”
“Gücümü iki katına çıkaran bir Mücevher.”
“Basit bir yetenek ama bazen tercih edilebilir. Kötü bir Mücevher değil.”
Fiziksel yetenek, bir Bağlayıcı’nın canavarlarla savaşmasını sağlayan bir temel olarak adlandırılabilirdi. Kişinin temelini yükseltebilen bir Mücevher, iyi bir Mücevher’di.
“Diğer Mücevherlerinizle aktifleştirmeyi denediniz mi?”
“Evet, hepsini tek seferde aktifleştirebildim.”
Bu da başka bir iyi haberdi. Demek ki Sungyoon aynı anda dört Mücevher’i aktifleştirebiliyordu. Üç Mor Mücevher’i aktifleştirmek büyülü enerjisinin limiti olsaydı gerçekten trajedi olurdu.
“Rahatlatıcı. Labirenti keşfederken biraz daha rahat olacaksınız.”
Jimin onu tebrik etti. Sungyoon hedefine giden yolda bir adım daha atmıştı.
“Gidip dinlenin. İki haftaya Ay’a yolculuk edeceksiniz.”
“Niye bu kadar geç?”
Zaten bir haftadır dinleniyordu. İki hafta daha gitmezse, neredeyse bir ay tatil yapmış olacaktı.
“Mana Akışı sezonu. Şimdi gitseniz bile labirente yeteneğinizle giremezsiniz.”
“Mana Akışı. Öyleyse elden bir şey gelmez sanırım.”
Mana Akışı, labirentlerde meydana gelen eşsiz bir olaydı.
Labirentler büyülü enerjiyle dolu yerlerdi. Bu yüzden sıradan insanlar ve elektronik cihazlar içeri giremezdi. Ancak normal insanların ve düşük rütbeli Bağlayıcıların labirentlere giremediği bir dönem vardı.
Mana Akışı labirentte fırtına gibi estiği zamanlarda.
Belli bir dönem, büyülü enerji fırtınası labirentin her köşesine giriyordu. Bazı bilgeler Mana Akışı’nın labirenti yaratan fenomen olduğu kuramını otaya koymuşlardı. Fırtına çok güçlüydü. Düşük rütbeli Bağlayıcılar’ın bedenleri etrafında otomatik bir kalkan oluşurdu ancak Mana Akışı bu bariyeri aşarak vücutlarını paramparça edebilirdi. Yalnızca canavarlar ve belli kalibredeki Bağlayıcılar Mana Akışı içinde hareket edebilirdi.
“Başlangıç Labirenti’ndeki Mana Akışı bir hafta kadar sürer.”
Mana Akışı’nın zamanlaması ve uzunluğu her labirentte farklıydı. Başlangıç Labirenti, Mana Akışı’nı üç ayda bir yaşardı ve bir hafta sürerdi. Bu süreçte Başlangıç Labirenti, düşük rütbeli Bağlayıcılar Mana Akışı’na dayanamayacağından kapatılırdı.
Bazıları Mana Akışı’nın düşük rütbeli Bağlayıcıların çalışmasına müdahale eden işe yaramaz bir olay olduğunu düşünebilirdi fakat Mana Akışı Bağlayıcılar için çok önemli bir olguydu.
Temel anlamda, labirentleri canavarlarla doldururdu.
Mana Akışı’nın canavarları kendiliğinden mi yarattığı yoksa başka bir yerden mi getirdiği belli değildi. Belli olan ek şey, labirentteki canavar sayısını artırdığıydı.
“Mana Akışı canavarların sayısını ciddi anlamda artırıyor, bu yüzden bir süre daha orada hüküm sürecek.”
İsmi Başlangıç Labirent’iydi ama tesadüfen var olmamıştı. Vahşi doğada, acemi Bağlayıcıların gelişmesi için kullanılabilecek bir labirentin olması imkansızdı. Başlangıç Labirenti diğer tüm labirentler gibiydi. Orta düşük zorlukta olduğu kabul edilirdi. Başlangıç Labirenti, yeni başlayan Başlangıçlar için daha uygun hale getirilmişti. Acemi Bağlayıcıların baş edebilecekleri hariç diğer tüm canavarları öldürmeleri için üst rütbeli Bağlayıcılar görevlendirilmişti.
‘Yani içeri girdiğimde canavar sayısı azdı.’
Mana Akışı orada esip gürledikten sonra Sungyoon’un daha fazla canavarla karşılaşma riski yüksekti. Daha çok fırsat, daha çok tehlike demekti.
“Üst rütbeli Bağlayıcılar acemi Bağlayıcılar için en tehlikeli canavarların çoğunu öldürür. Bu da farklı canavarların kendi bölgeleri için savaşmalarına sebep olur. Daha zayıf canavarlar üst katlara, büyülü enerjinin daha az yoğun olduğu yerlere, itilir. Daha güçlü canavarlar alt katları işgal eder. Her şeyin durulması yaklaşık bir haftayı bulur. Ama siz canavarlarla savaşma konusunda o kadar deneyimli değilsiniz. Bu yüzden yeniden girmeden önce bir hafta daha dinlenmelisiniz. Güvenliğiniz için böylesi daha iyi.”
Sungyoon’un bu yüzden iki haftası daha vardı.
“Gidiş tarihinizi kontrol edelim.”
Jimin, ofis duvarında asılı büyük takvime baktı.
“İki hafta sonraki bir pazartesi uygun mu?”
“Evet, bana uygun.”
Sungyoon takvime bakıp başıyla onayladı.
“Güzel. O gün görüşürüz.”
Sungyoon sandalyesinden kalktı. Kısa bir veda edip kapıya yürüdü. Ama aniden bir şey hatırlayıp Jimin’e döndü:
“Şimdi düşündüm de, Shinhae lunaparka gitmek istediğini söylemişti. Artık vaktim olduğuna göre bu hafta onu götüreyim diyorum. Shinhae sizin de gelmenizi ister başkan. Ne diyorsunuz?”
Jimin tam işine geri dönecekken birden durdu, başka yere baktı. İkilemde kaldığı belliydi. Sonunda derin bir iç çekip kafasını sağa sola salladı.
“Hayır. Bu seferlik reddetmeliyim. Shinhae’ye özürlerimi iletin.”
Sungyoon’un dönüşü yüzünden oluşan işler henüz bitmemişti. Talihsiz bir şeydi ama mecburen teklifi reddetti.
“Anladım. Shinhae’ye iletirim.”
Sungyoon başıyla onaylayıp döndü. Ama bu kez onu durduran Jimin oldu.
“Sakıncası yoksa bir şey daha konuşabilir miyiz Bay Sungyoon?”
“Tabii.”
Sungyoon ona döndü, ama Jimin’in ifadesini görünce irkildi. Her zamankinden daha soğuk görünüyordu.
“Shinhae’yle tanıştığımızda bana ajumma dedi.”
Shinhae’yle ilgili bir konu açılınca doğal olarak konuşmak istediği konuyu hatırladı. Bunu söylerken bakışları her zamankinden katbekat daha soğuktu.
“Shinhae’ye bana unni diye seslenmesini söyledim. Siz de her ihtimale karşı bunu ona hatırlatır mısınız?”
Ses tonu nazikti ama bunu zorla yapıyor gibiydi. Sözleri tükürürcesine sarf etti.
“Ben ajumma değil, unniyim.”
“… Mutlaka söylerim.”
Sungyoon biraz korkuyla başını salladı.