Novel Günleri - Bilgilendirme!

Bölümün tamamını okumak için üye olmalısınız! Üye olmak için tıklayınız.

14. Bölüm Görev

Çevirmen: Zakowske / Editor: Valheru

 

“Tabii ki hayır.” dedi Cheng Shouping parmak uçlarında yükselip merakla kalabalığa göz atarken.” İlahi Şifacı Ji, Ji Hanım’ın babası. İnanılmaz bir güzellik olmanın yanı sıra Ji Hanım sıcakkanlı ve nazik birisi. Genellikle fakirlere ücretsiz bakıyor, dolayısıyla şehirde çok popüler. Muhtemelen buradakiler Ji Hanım’ı görmeye gelmiştir.”

Zu An homurdandı, “İnanılmaz güzel de neymiş? Kartanesi bile sana göre güzel sayılıyor. Senin gibi çalışma ortağından bozma birisi gerçek güzellik neymiş hiç görmemiş olmalı yoksa standartların bu kadar düşük olmazdı.

Cheng Shouping’in yüzü öfkeyle kızardı ama daha yanıt veremeden, kalabalığın arasındaki kırmızı suratlı bir herif Zu An’ın sözlerini duydu ve döndü, “Ay, velet seni! Sen ne bilirsin ki? Ji Hanım’ın güzelliği Dük’ün kızı Chu Hanım’a denktir! Ancak Chu Hanım’ın geçenlerde işe yaramaz hovardanın tekiyle evlendiğini duydum, dolayısıyla artık ondan bahsetmenin manası yok. Artık Ji Hanım hayallerimin tek tanrıçası!”

Zu An’ın ifadesi inanılmaz çirkinleşti. Ne cüretle bu herif onu aşağılardı? Sesini çıkarmazsa gerçek bir bordo klavyeli olamazdı!”

Bu yüzden kulağını tuttu ve sanki kırmızı suratlı herifi hevesle dinliyormuş gibi davrandı. Ardından bağırarak yanıtladı, “Ne dedin? Ji Hanım ıslak rüyalarının tanrıçası mı?”

Zu An şu anda ikinci kademenin üçüncü adımındaydı, yani sesi sıradan birisinden çok daha gürdü. Sözlerini duymayan tek bir kişi bile olmadı ve hemen ona döndüler.

Olayların çarpıtılması kırmızı suratlı adamı öfkelendirdi, “Ne saçmalıyorsun? Rüyalarımın dedim…”

Kendini açıklama fırsatı bile bulamadan Zu An bir kez daha sözlerini kesti, “Ah, şimdi neden Ji Hanım’ın özel eşyalarını çalmak istediğini anladım. Tanrım, ne tiksinçsin ama. Lütfen benden uzak dur.”

Zu An konuşurken sanki heriften uzakta durmak istiyor gibi kırmızı suratlıyı ittirdi. Ancak asıl amacı herifi öfkelenmiş kalabalığın kucağına atmaktı.

“Öyle demedim! Ben…” Kırmızı suratlı adam üzerine dönen öldürme arzusunu hissedince panikledi. Kendisini açıklamak için elinden geleni yaptı ama kalabalığın bağırışları arasında nafileydi, “İndirin şunu!”

Ve linç edildi.

Lu Renjia’yı başarıyla trollediniz, +666 Öfke!

Zu An sakince cübbesini düzeltip konağın girişine doğru yürüdü.

Cheng Shouping şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı. Nasıl oldu be bu? Ne kadar şaşırsa da hızlıca Zu An’ın adımlarına yetişti.

O an konaktan öfkeli bir kükreme duyuldu. “Hepiniz defolun! Güpegündüz başkasının evinde nasıl kargaşa yaratırsınız! Bu ihtiyarın uykusunu bölüyorsunuz!”

Bunu takiben sıkıca kapatılmış kapılar nihayet açıldı.

“İlahi Şifacı Ji çıktı! İlahi Şifacı Ji çıktı!”

Lu Renjia’yı döven kalabalık hızlıca kapıya yönelerek her yerinde ayak izleri kalmış acınası adamı yerde bıraktı.

Zu An konaktan çıkan adamı iyice bir süzdü. Bu adam gençlik yıllarındaki tatlı dilli haline işaret eden ince bir yüze sahipti. Gel gör ki düzgün kesilmemiş sakalları, simsiyah göz altları ve uzaktan bile duyulabilecek ağır alkol kokusu onu hovarda bir orta yaşlı adamdan farksız gösteriyordu.

Ancak Zu An bu yüzden onu küçümsemedi. Kükremesinden dolayı kulakları hâlâ sızlıyordu. Şüphesiz adamın gelişimi kendisinden kat kat yüksekti.

İşte böyle. Bu adamın gizli bir uzman havası taşıdığı ortada, sarhoş kılıç ölümsüzü gibi resmen. Sadece yüzü o kadar yuvarlak değil.

“İlahi Şifacı Ji, kızınız nerede?” Yanda duran birisi yalaka gülümsemesiyle sordu.

İlahi Şifacı Ji ona bir bakış atıp sordu, “Sen de kimsin?”

“İlahi Şifacı Ji, nasıl beni tanımazsınız? Wang Fugui ben! Sık sık size gelirim!” Adam aceleyle kendisini tanıttı.

“Hatırlamıyorum.” İlahi Şifacı Ji kulağını kaşıdı ardından umursamazca parmağındaki kiri fiskeledi, “Bu İlahi Şifacı yalnızca tatlı leydilerin yüzünü hatırlar. Neden senin gibi bir basit para çantasına zaman harcayayım ki… öhö öh, müşteri demek istedim, burada hiç para ödememiş olmalısın.”

Wang Fugui ufak bir kahkaha atıp yanıtladı, “Daha önce hiç size gelmedim ama Ji Hanım birkaç kez hastalığımı tedavi etti…”

İlahi Şifacı Ji daha adam sözlerini bitiremeden çoktan öfkeyle araya dalmıştı, “Lanet olsun! İşimin son zamanlarda kötüleşmesinde bir bit yeniği olduğunu biliyordum. Demek o lanet velet hepinize ücretsiz bakıyormuş. Hepiniz, defolun!”

“Lanet velet mi?” Zu An bu sözleri duyunca afalladı. Kendi kızına böyle davranıyorsun, gerçekten de kızın olduğuna emin misin?

“Buraya Ji Hanım için geldik, size değil…” İlahi Şifacı Ji’nin ters bakışları altında Wang Fugui’nin ses tonu ezikleşti.

“Burada değil! İlaç toplaması için şehirden dışarı yolladım ki işime karışmasın!” İlahi Şifacı Ji bir sandalye çekti ve tembelce oturdu, “Tedavi olmak isteyen ya yüz gümüş versin ya da görevimi tamamlasın. Tedavi olmaya gelmediyseniz kaybolun. Yoksa kabayım diye beni suçlamayın!”

Tanrıçalarının burada olmadığını duyan kalabalık çabucak dağıldı. Bu kadar çabuk hareket etmeleri ilk defa böyle bir şey olmadığının kanıtıydı. Gerçekten de muayene olmak isteyen birkaç kişi kaldı ve yalvardı, “İlahi Şifacı Ji, yüz gümüş ödeyemiyoruz. Yalvarırız, biraz merhamet gösterin.”

İlahi Şifacı Ji şarabından bir yudum aldı. Göz teması kurmakla uğraşmadan yanıtladı, “Ben, Ji Dengtu, yüzlerce hastalığa derman olabilirim ama sizin hastalığınız beni aşıyor.” 

Kalabalığın arasındaki bir adam hemen panikledi, “Daha belirtileri bile saymadım, tedavi edilemeyeceğimi nerden biliyorsunuz?”

İlahi Şifacı Ji sonunda adamın gözlerine bakmak için kafasını kaldırdı, “Çünkü hastalığınız fakirlik! Nasıl öyle bir şeyi tedavi edebilirim lan?”

“Bir şifacının sahip olması gereken nezakete sahip değilsin! Nasıl kendine ilahi şifacı diyebiliyorsun?” Adamın yüzü kıpkırmızı kesildi, arkasını döndü ve öfkeyle ayrıldı. Gururunun zedelendiği aşikardı.

İlahi Şifacı Ji bir şarkı mırıldanırken tembel tembel oturmayı sürdürdü. Kendisine yöneltilen aşağılamalara yanıt verme zahmetine girmedi.

O vakit faremsi suratı olan birisi öne çıktı ve canlı renklerle bezeli, resimli bir kitabı gizlice İlahi Şifacı Ji’nin eline tutuşturuverdi, “İlahi Şifacı Ji, bunu geçenlerde elde etmeyi başardım. Yeryüzündeki Cennet’in son sayısı.”

İlahi Şifacı Ji hemen doğruldu. Kitabı aldı ve aceleyle sayfalarına göz gezdirdi. Yakında duran Zu An kitabın içindeki yarı çıplak kadın resimlerini belli belirsiz yakalayabildi.

“Fena değilmiş!” İlahi Şifacı Ji kitabı kıyafetlerinin içine sıkıştırıp adamın omzuna hafifçe vurdu, “İçeri girebilirsin. Birazdan seninle ilgileneceğim.”

Hassiktir, bu da mı işe yarıyor?

Zu An afalladı. Genç Hanımların Aşkı, Bir Gencin XX Kayıtları, Fırtına Karşısında Ejderhaya Girişmek gibi kitaplarım var… Onları da ister mi ki? Ah ne yazık ama çizim yeteneğim olsaydı hemen birini çizer ve ona sunardım…

“Neden o girebiliyor?” Rüşveti görmeyenler öfkeyle şikâyet etti.

İlahi Şifacı Ji ciddiyetle homurdandı, “Sizi ilgilendirmiyor. Girmek mi istiyorsunuz? Peki. Parasını ödeyin ya da görevimi bitirin!”

“Ama görevin aşırı zor! Sırf bizim için işleri zorlaştırıyorsunuz!” Birisi şikâyet etti.

Zu An ancak o zaman ‘Bugünün Görevi’ yazan bir tabelanın girişe iliştirildiğini gördü: Bir Ki Arıtım Hapı yapacağım. On Kıçyırtan Kurt böbrektaşına ihtiyacım var. [1]

Zu An daha önce böbrektaşını duymuştu. Bir köpeğin karnında büyüyen taş vari bir nesneydi. Genellikle yuvarlak veya oval şeklindeydi ve kül beyazı ya da grimsi-siyah rengindeydi. Kan akışını hızlandırma, kandaki tıkanıklıkları temizleme ve zehirden arındırma etkisi vardı.

Ancak Kıçyırtan Kurt neydi lan? Gelişim dünyasında mutasyon geçirmiş bir tür kurt falan mıydı?

Etrafındakilerin şikayetlerini duyunca İlahi Şifacı Ji sanki bir grup aptala bakıyormuş gibi davrandı ve konuştu, “Aptala benzer bir yanım mı var? Zor olmasaydılar neden vermekle uğraşırdım?”

Kalabalık anında sabrını yitirdi ve kendi aralarında konuşmaya başladı.

“Ama her Kıçyırtan Kurt en azından ikinci kademede ve sürü lideri de üçüncü kademede olabilir!”

Her zaman sürü halinde geziyorlar ki bu da yüzlerce kurt anlamına geliyor! Sıradan birisi onların elinde ölür gider!”

“Kapayın çenenizi! Kafamı şişirdiniz!” İlahi Şifacı Ji ters ters baktı. “Kıçyırtan Kurtlar güçlü değil, siz çok zayıfsınız! Herhangi biriniz dördüncü kademeye ulaşsaydı bu işi dakikalar içinde kolayca halledemez miydi?”

Kalabalıktakilerin alnındaki damarlar şişiverdi, “Dördüncü kademeye ulaşan bir gelişimci halihazırda şehir lordu olabilir! Nasıl bizi o tarz insanlarla kıyaslayabilirsin?”

Zu An kenardan manzarayı sessizce izledi. Kalabalığın öfkesine bakaraktan çoğu gelişimcinin ikinci kademede olduğunu ve etrafta nadiren üçüncü kademe birinin görüldüğünü fark etti. Bu açıdan bakılınca, aslında o kadar da zayıf olmadığı anlamına gelmiyor muydu?

“Saçmalamayı kesin. İstiyorsanız görevi yapın istemiyorsanız da defolun gidin! Sanki zorluyorum sizi!” İlahi Şifacı Ji dayanamadı, “Kapımın önünü kapatmayı ve işime gölge düşürmeyi kesin. Yürüyün, kış kış hoop yürrrrrü!”

Zu An, Cheng Shouping’in kolunu çekti ve sordu, “Bu herif aşırı kibirli. Dövülmekten korkmuyor mu?”

Cheng Shouping bu sözleri duyunca şoke oldu. Çabucak Zu An’ı susturmak için parmağını kaldırdı ardından izbe bir köşeye çekti, “İlahi Şifacı Ji akılalmaz güce sahip. Tedavi olmak için onu zorlamaya çalışan bir sürü sabırsız velet oldu ama onlara ne olduğunu biliyor musun?”

“Kıçları mı tekmelendi?” Zu An sordu.

Cheng Shouping açıkça ‘hayal gücün yetersiz’ diyen bir bakış atarken yanıtladı, “Hepsi şimdi mezarda.”

“O kadar vahşi mi?” Zu An şaşkınlıkla çenesini ovuşturdu, “Yönetici bu meseleye karışmayacak mı?”

Cheng Shouping açıkladı, “İlahi Şifacı Ji adının hakkını veriyor. Ona yıllar içinde kaç tane uzmanın borçlandığını bilemezsin. Şehir Lordu bile ona saygı göstermek zorunda. Üstelik ilk hamleyi onlar yaptı, dolayısıyla mesele bir ceza verilmeden kapandı.”

Zu An hâlâ öylece pes etmek istemiyordu, “Gerçekten de görevi tamamlamak imkânsız mı?”

“Tabii ki!” Cheng Shouping gerçekleri dile getiren bir tavırda yanıtladı, “Zayıf olanlar görevi yapacak niteliğe sahip değil ve güçlü olanlar da görevle boşa zaman harcamak yerine direkt ödeme yapabiliyor. Ücretinden çok fazla şikâyet eden oldu. O da çenelerini kapatmak için imkânsız görevler buldu.”

“Şimdi anladım!” Zu An kafa salladı. Bu Ji denen herif en başından sıradan insanların tamamlayamayacağı görevler seçme niyetindeydi!

Bir saniye! Zu An’ın aniden kafasında bir ampul yandı ve hemen Cheng Shouping’e bir bakış attı. Bu götoğlanı görevi yapmanın imkânsız olduğunu biliyordu ama beni getirmeden önce söylemedi. Ji Hanım’ı görmek için yapmış olmalı.

Zu An’ın ifadesi karardı ve konuştu, “Chu Konağı’na dönmelisin. Kendim etrafa bakınacağım.” Burada konu mutluluğuydu, yani ne kadar zor olursa olsun denemek zorundaydı! Zehirli Kamcık ve Zehir Şişesi vardı ne de olsa. Dikkatli olduğu sürece görevi tamamlayabilirdi.

Tabii bütün bunlardan Chu Klanı’nın haberinin olmadığına emin olmalıydı. Chu Klanı onu çöp bozuntusu sayıyordu ve gölgelerde hayatını almak isteyen düşmanlar geziniyordu. Eğer gelişimini ikinci kademeye çıkardığı öğrenilirse kesinlikle bir dahaki sefere daha da ileri giderlerdi.

Hayatta kalmanın anahtarı dikkat çekmemekte yatar!

Cheng Shouping şaşırdı, “Genç efendi, görevi denemeyi düşünmüyorsunuz, değil mi?”

Zu An hareketlerinden o kadar anlaşılıyor mu merak etti ama bir bahane bulamadan Cheng Shouping çoktan alelacele konuşmuştu, “Genç efendi, neden o kurtlara Kıçyırtan Kurtlar deniliyor biliyor musunuz?”

 

Çevirmen notu
1.Goubao denilen bir şey geçiyor burada. Galiba böbrek taşı olarak çevrilmesi lazımdı ama İngilizce’de direkt bırakılmış.