günlüğün gücü adına :)
Novel Günleri - Bilgilendirme!
Bölümün tamamını okumak için üye olmalısınız! Üye olmak için tıklayınız.
13. Bölüm Tehlikeli Bir Hazine Avı (1)
Sınıf kapısının üstündeki tabelada ‘3-1’ yazıyordu.
Seol sessizce kapıyı açtı. Geçici bir baston görevi gören metal mızraktan destek alırken tamamen acınası bir durumdaymış gibi görünüyordu.
Öfkesi şimdiye kadar dinmişti ama Gelecek Öngörüsü becerisini kullanmanın sonrasında gelen boşluğa düşmüşlük hissine katlanmak son derece zordu. Üzerine çöken ağırlıkla mücadele ediyormuş gibi hissediyordu.
Yeni toplanma bölgesi, hemen hemen her okulda bulunabilecek sıradan bir sınıftı. Seol bir sandalye seçti ve oturur oturmaz pat diye kendini sıraya bıraktı. Gözleri çok acıyordu; her an yuvalarından çıkacaklarmış gibi hissettiriyordu. Yorgunluktan bitap düşmüştü…
Ve orada, neredeyse hiç hareket etmeden dururken kapı tekrar açıldı ve sınıf nispeten biraz daha kalabalıklaştı.
İkinci görevdeki toplam zayiat: 0.
Bu bariz bir sonuçtu. Seol her bir tuzağı yok etmişti, bu yüzden herkesin bir sorun olmadan bitirmesi şaşılacak bir şey değildi.
Hayatta kalanlar, hâlâ sıranın üstüne yığılmış bir şekilde duran Seol’e belirsiz bakışlar atıyorlardı. Yani, betimleme kabiliyetlerinin ötesinde, akla hayale sığmayan sahnelere şahit olmuşlardı; bu yüzden anlaşılır olarak gözlerini Seol’den alamıyorlardı. Zaten Seol’ün ne kadar özel olabileceği konusunda kafalarında bir şeyler oluşmuştu ancak yine de bu, hayal ettiklerinin ötesine kolayca geçmişti.
“İyi misin?”
Hyun Sangmin, güvenilir çanta taşıyıcısı olarak görevini kusursuz bir şekilde tamamladıktan sonra endişe dolu bir ses tonuyla sordu. Seol kısaca, ‘benim için endişelenme.’ dercesine elini salladı.
Shin Sang-Ah; tereddütlü, kararsız adımlarla sınıfa girdi ve sessiz bir köşedeki bir sandalyeyi gözüne kestirip bir yandan yüzünü kapatırken oturdu. Ondan biraz sonra Yun Seora sınıfa vardı. Son olarak, Kang Seok ve yağcılarının da gözükmesiyle 12 hayatta kalan kişinin hepsi sınıfta toplanmış oldu.
“Vay, vay, vay. Gerçekten de şok oldum.”
Tanıdık bir ses durduk yere belirdiğinde Seol’ün gözleri anında sonuna kadar açıldı.
“İkinci görevi bu kadar hızlı geçmenizi hayal dahi edemezdim. Sizin sayenizde benim de itibarım bir hayli artmış oldu.”
Öğretmen kürsüsünün arkasında konferans salonundaki ‘Kılavuz’ duruyor, hâlâ aynı uşak giysisini giyiyordu. Herkes Han’a bir tür hayaletmiş gibi bakıyordu.
“Dördüncü kata ulaşmanızı tebrik ederim. Sormam gerekiyor, birinci ve ikinci aşamaların ilerleyişi sırasında keyif aldınız mı?”
Neşeli ve parlak ses tonu, orada bulunan neredeyse herkesin kalplerinde öfke tohumlarının filizlenmesine yol açmıştı. Ancak ellerinden bir şey gelmeyeceğini biliyorlardı, bu yüzden yapabildikleri sadece öfkelerini yutmak oldu. Yine de gözlüklü, orta yaşlı adamın nefes alış verişleri gözle görülür şekilde artmıştı.
“İyi haberler vermek için buradayım. Eğitimde geriye yalnızca bir görev kaldı.”
“Bir tane daha mı var?”
“Evet. Ancak bunda canınızı sıkacak bir şey yok. Bunun sebebi…”
Kılavuzun gözleri yay gibi yukarı doğru kıvrıldı.
“…geriye kalan görev, aslında herkes için oldukça kolay ve eğlenceli olabilecek bir görev.”
“Kolay ve eğlenceli mi…?”
“Evet. Hepiniz de. Kurallara uyduğunuz sürece.”
Kılavuz ‘hepiniz de’ kelimelerini vurguladığında yüzünde tehlikeli bir gülümseme belirdi.
“Açıklamalara başlayayım mı o halde? Ah, bu seferki görev biraz karmaşık ve bu yüzden buradayım. Ayrıca, o anonslar fazla robotik ve insan değilmiş gibi, değil mi ama? Ahaha!”
Nedense Kılavuzun keyfi oldukça yerinde görünüyordu.
“Genel olarak bu görevin amacı, şimdiye kadar geçtiklerinize benziyor. Beşinci kattan geçerek altıncı kata ulaşmanız gerekiyor. Bununla birlikte, bu sefer birkaç ek kural daha var.”
Kılavuz bir tebeşir parçası aldı ve tahtaya bir tane çember çizdi.
“Bu bir bozuk para.”
“…”
“Daha önce hazine avını duymuş muydunuz?”
“…”
“…Cevap vermeyen öğrencilere bir şeyler öğreten öğretmenlerin yüceliğine gerçekten saygı duymaya başladım.”
Kılavuzun omuzları oldukça yapmacık bir şekilde öne düştü, sonrasında tek camlı gözlüğüne dokundu.
“Peki. Olabildiğince çabuk bir şekilde açıklamayı bitirip gözünüzün önünden kaybolacağım. Dördüncü ve beşinci katlarda, bulunmayı bekleyen bir sürü saklanmış bozuk para var. Karanlık çökmeden önce bulabildiğiniz kadar çok bozuk para bulup toplamanız gerekiyor.”
Sonra tekrardan tahtaya yazmaya başladı.
1. Bozuk paraların kullanım şekilleri:
—Giriş ücreti
—Şans kutuları
“Altıncı katta, Cennet’e giden geçidin açılması için belirlenmiş bir yer var.”
Cennet’e girişin yalnızca bahsinin geçmesi bile küçük bir yaygaranın kopmasına sebep olmuştu.
“Ne yazık ki, bu dünyada her şeyin bir bedeli var. Belirlenmiş giriş ücretini ödemek zorundasınız. Geçitten geçmek istiyorsanız geçidin kullanım bedeli olarak yüz bozuk paraya ihtiyacınız var.”
“Y-yüz mü? O kadar çok mu?”
“Aslında, o kadar da çok değil.”
Han başını iki yana salladı.
“Toplamda 3000 saklı bozuk para var. Birazcık ayak işiyle 100 tane bozuk para bulmak çocuk oyuncağı olmalı.”
Han buraya kadar konuştuktan sonra bir şeyi hatırlamışçasına “Ah!” dedi.
“Şimdi düşündüm de bu sınıfta saklanmış bozuk paralar da var…”
Birken sandalyenin yerde kayma sesi duyuldu. Bir kadın ayağa kalktı ve kürsüye doğru hızlıca yürüdü, sonra da etrafını karıştırmaya başladı. Bu, Yun Seora’dan başkası değildi. Çok geçmeden doğruldu ve elbette, dört sarımsı bozuk para avucunda duruyordu.
Han, Yun Seora’nın elinde bir deste kâğıdı gördüğünde şaşırdı.
“Anlaşılan birinci kattaki görevli odasını araştırmışsın. O belgeler üçüncü katı geçene kadar gereksiz ama buradan sonra oldukça yardımcı olacaklardır.”
Yun Seora, hâlâ aynı ifadesiz suratla sırasına döndü.
‘Bozuk paraların nerede olduğunu gösteren bir harita mı buldu?’
Eğer durum buysa Yun Seora, bu görevde ezici bir avantajı elinde tutuyordu. Seol ister istemez biraz kıskanmıştı.
Han bu arada konuşmaya devam etti.
“Beşinci kat kütüphanesinde bir eşya kutuları otomatı bulacaksınız.”
‘Eşya kutusu mu?’
Beklenmedik duyuru karşısında orada bulunanların kafalarının karıştığı, ifadelerinden belli oluyordu.
“Çok fazla bozuk para toplamayı başaranlarınız bu otomatı mutlaka kullanmalı! Kesinlikle, yolculuğunuzca size yardımcı olacak bir sürü şey elde edeceksiniz.”
“N-ne gibi, tam olarak?”
“Oraya gidince anlarsınız ama yemek, tüketim ürünleri vs. vs. şeyler olacak.”
Nedense Han sessizce soru soran kişiye baktı ve bu Shin Sang-Ah’ın aceleyle bakışlarını indirip korumacı bir şekilde alt bacaklarını birbirine kenetlemesine sebep oldu.
“…Şey, eğer şansınız yaver giderse koruyucu bir eşya ya da onun gibi bir şey bile elde edebilirsiniz. Ayrıca, silahlar ve büyü topları da var…”
‘Silahlar mı? Büyü topları mı?’
Seol’ün gözleri kısıldı.
“Ya da tek seferde çook~ para atarsanız benzersiz ve özel eşyalar da elde edebilirsiniz. Şey gibi…”
Han bilerek cümlesini uzatarak beklenti oluşturmaya çalıştı.
“…ölenleri hayata döndürebilen efsanevi bir iksir gibi.”
Harap olmuş ve mağdur, orta yaşlı adamın gözleri hemen sınıfın önüne doğru yöneldi. Dalgın Yi Sungjin bile gözle görülür şekilde irkilmişti.
“Bu, bu doğru mu?”
“Noona diriltebilir mi yani? Gerçekten mi?”
Han, aceleyle bağıran ikiliye kafasını salladı.
“Elbette. Ancak ilk önce birçok şartı yerine getirmelisiniz. Kesinlikle kolay olmayacak. Ölü birini diriltmeyi hafife almamalısınız… Yaptığınız şeyi bırakın hemen.”
Han’ın buz gibi sesi sınıfta yankılandı. Eskimiş bir takım elbise giyen orta yaşlı adam yerinden kalkmış, çıkışa doğru ilerliyordu ama çıkıp çıkmamak konusunda ikilemde kalarak durdu.
“Şimdi gitseniz bile hiç bozuk para bulamayacaksınız. Hazine avı ancak ben açıklamamı bitirdikten 30 dakika sonra tamamen başlamış olacak.”
Han’ın açıklamasının gayet anlaşılır olmasına karşın orta yaşlı adam oturacağına dair bir belirti göstermedi. Öylece kapıya doğru yavaş yavaş yürüdü ve tam önünde durdu.
Han onaylamayan bir şekilde cıkladı ve gözünün ucuyla birini işaret etti. Bu, soru sormak için elini kaldıran Seol’dü.
“Konuşun lütfen.”
“Otomatlarda neden silahlar, koruyucu eşyalar ve büyü eşyaları gibi şeyler var?”
“Hmm? Aksine, olmamaları için bir sebep mi var?”
“Neden kolay ve eğlenceli olması gereken bir görevde eşyalara ihtiyacımız var ki?”
“…Fufufu. Bu tür soruları çok seviyorum.”
Kılavuzun sert ifadesi bir hayli yumuşadı.
“Böyle sorular, dinleyicinin yüzeysel bir şekilde dinlemeyip devamlı durumu değerlendirdiğini gösterir… Şimdilik, işte sorunuzun cevabı.”
Han bir kez göz kırptı, telefonunu çıkarttı ve ekrana tıkladı.
[Kılavuzdan bir mesaj geldi.]
“Yalan söylemiyorum. Eğer hepiniz birlikte çalışırsanız görevi tamamlamak oldukça kolay olacaktır. Ve hatta eğlenebileceksiniz bile. Temin ederim.”
Han tebeşiri bıraktı ve bir parmağını kaldırdı.
“Ayrıca, size daha işe yarar bir ipucu vermem gerekirse… Merhumların Saatine dikkat edin lütfen. Ne de olsa ölüler, canlılara karşı bitmez bir nefret beslerler.”
‘Merhumların Saati mi?!’
Seol mesajı kontrol etmek için aceleyle telefonunu çıkarttı.
[Gönderici: Kılavuz]
[1. Hazine avının kuralları]
—Şu andan itibaren sınıf 3-1 güvenli bölgeniz olacaktır.
—Gece yarısından öğle vaktine kadarki süre, Merhumların Saati olarak belirlenmiştir.
—Fantom, 'Gaekgwi' ve ölüler güvenli bölgeye giremezler.
[2. Altıncı kata giriş hakkı kazanmak için gereksinimler]
—Otomattan, 199 bozuk para kullanarak elde edilebilen ‘altıncı kat anahtarıyla’ ya da kapıda 499 bozuk para vererek giriş sağlanabilir.
[3. Geçidi aktifleştirmenin gereksinimleri]
—Geçit, giriş hakkı kazanıldıktan 30 dakika sonra altıncı katın ortasında belirecektir.
—Altıncı kata giriş hakkı kazanıldığında, ikinci kattaki demir bariyerler anında kaldırılacaktır.
Seol kafasını kaldırdığında Han çoktan gitmişti bile.
[Hazine avı 30 dakika içinde başlayacaktır.]
Seol dişlerini gıcırdatmaya başladı.
‘Tabii ki. Biliyordum.’
“Hey, bize dediğin bu değildi ama!”
Hyun Sangmin hüsrana uğramış bir şekilde bağırdı.
“Ne? Altıncı kata giriş hakkı kazandığımızda ikinci kattaki demir parmaklıklar kaldırılacak mı? Bu, o lanet canavar er ya da geç burada ortaya çıkacak demekle aynı şey değil mi?!”
Seol de bu konuda son derece endişeliydi. Altıncı kata giden kapının açılmasıyla geçidin aktifleşmesi arasındaki 30 dakikalık aralık, buradaki herkes için son derece hayati önem taşıyordu. Ayrıca, bu sözüm ona Merhumlar konusunda da endişelenmeleri gerekiyordu.
“Bence altıncı kata giden kapıyı açıp sonra 30 dakika beklemek için buraya geri gelebiliriz.”
“Ne saçmalıyorsun? O lanet Gaekwi canavarı seni güvenli bölgenin önünde bekliyorsa ne yapacaksın? Ne yapacaksın ha?”
Biri fikrini söylediğinde Hyun Sangmin hemen çenesini kapattırmıştı. Sonra da uzun bir ah çekti.
“Vay anasını… hiçbir şey kolay değil. Tek bir sikim bile. Şimdi ne yapacağız?”
“Şey, ille de çok kötü olacak diye bir şey yok.”
Seol konuştu.
“Gece yarısına kadar bulabildiğimiz kadar çok bozuk para bulup yarın öğle vaktine kadar bekleyeceğiz. Sonra, altıncı katın kapısını açmadan önce otomattan olabildiğince çok silah ve şansımıza ne gelirse artık çekeceğiz...”
…Seol cümlesini ‘ancak o zaman bir şansımız olabilir’ diyerek tamamlayacaktı ki bunun yerine sadece cıkladı.
Yun Seora ve orta yaşlı adam sınıftan çoktan ayrılmışlardı. Aynısı Kang Seok ve yağcıları için de geçerliydi. Sınıfta yalnızca yedi kişi kalmıştı.
“…Ah, şey. Bir şeyler yemek ister misin? Hâlâ harcayacak biraz zamanımız var sonuçta.”
Seol bir şey demeden başını salladı. Aslında az önceki kudurmasından dolayı karnı zil çalıyordu zaten. Gücünü geri kazanmak için bir şeyler yemesi gerektiğini hissetmişti.
Seol çantasından çeşit çeşit yiyecekler çıkarttığında Hyun Sangmin dışında, oradaki herkesin gözleri fal taşına dönmüştü.
“Gelin. Birlikte yiyelim. Sen de gel Bay Yi Sungjin.”
“Ben…”
“Şimdi gitsen bile hiç bozuk para bulamayacaksın. Uzun vadede, başlamadan önce karnını doyurman senin için daha kârlı olacaktır.”
“Ben… teşekkürler.”
Hyun Sangmin, Seol’ün diğerlerini umursaması konusunda pek mutlu değildi ama onu durdurmaya çalışmadı. Ne de olsa verilen yemek onun bile değildi ve zaten daha bir sürü vardı. Hem gimbap gibi bazı yiyecekler birkaç günden sonra bozulacaktı. Bu yüzden onları da verebilirlerdi.
Böylece Yi Sungjin bile katılmış, geriye tek bir kişi kalmıştı.
“Peki sen, Bayan Shin Sang-Ah?”
Shin Sang-Ah sandalyede oturmaya devam etti. Seol, neden onlara katılmadığını soracaktı ki kadının açıkta kalan bel altını çaresizce kapatmaya çalıştığını gördü. Pantolonunun hâlâ üzerinde olmadığını fark etti.
“Ben, ben girmeye çalışmakla uğraşırken… u-unutmuşum…”
“Şimdi gidip geri almak iyi olmaz mı?”
“…Korkuyorum…”
Seol ceketini çıkarttı ve kadına uzattı. Shin Sang-Ah derin şükranlarını sundu ve ceketi beline bağladıktan sonra sonunda kalkabildi.
Sonrasında sessiz ve kaygılı bir şekilde yemeye başladılar.
“…İştahın yerinde gibi.”
Shin Sang-Ah, bir soğuk sandviç paketini açarken şaşırmış bir ses tonuyla konuştu. Seol’ün balık köftelerini mideye indirip sonra da bir sürü onigiriyi ağzına attığını görmüştü.
‘Acaba ne zamandan beri iştahım bu kadar açık?’
Seol de bu konuda biraz şaşkındı ve başını eğdi. Tüm bunlar marketten alınmış hazır yemekler olmasına rağmen oldukça lezzetlilerdi.
Komik olan, hâlâ kumar bağımlısıyken hiçbir şeyin tadının güzel gelmemesiydi… Şey, eskiler de açlık en iyi sostur demez miydi zaten? Seol, başka bir şey sormadan, az önce Shin Sang-Ah’ın bizzat paketini açtığı sandviçi mideye indirdi.
Tam o sırada yaşı yaklaşık bir üniversiteli kadar olan genç bir adam Seol’e sordu.
“Şey… birazdan bozuk paraları toplamaya başlamalıyız, değil mi?”
“Evet. Geçmek için en az 100 tane bozuk para toplaman gerekiyor.”
Genç adam belli ki Seol’ün cevabını bekliyordu; aceleyle konuşmaya devam etti.
“Şu Kılavuz şey dedi, değil mi? Ölen birini diriltebileceğimizi yani.”
“Mm? Evet, öyle dedi.”
“Aslında buraya bir arkadaşımla birlikte gelmiştim ama… şey, yani, demek istediğim…”
Seol’ün olduğu tarafa bakıp dururken cümlesini yarıda bıraktı.
“B-ben de!! Yakından tanıdığım bir oppayla gelmiştim ama beni, beni korumaya çalışırken…”
Bir kız aniden konuşmaya atladı ama cümlesini tamamlayamadı ve yalnızca ağlamaklı bir ifade takınabildi. Seol’e, yalvaran bakışlarla baktı hatta.
Tabii ki Seol yemeyi bıraktı. Oldukça şaşkına dönmüş hissediyordu. Zaten bu görevi nasıl tamamlayacağını düşünmekten başı ağrıyordu; bu insanlar gelmiş, tam olarak ne demeye çalışıyordu böyle? Daha da önemlisi…
‘Benden bu sefer ne istiyorlar?’
“Hey, siz var ya! Huzur içinde bir yemek yiyelim be. Huzur içinde, huzur!”
Hyun Sangmin, keyifsiz bir ses tonuyla bağırdı.
“Ne yaptığınızı sanıyorsunuz? Ah, cidden ama!”
Hyun Sangmin, ne kadar memnuniyetsiz olduğunu göstermek adına oldukça sert bir şekilde kaşlarını çattı.
“Şu anda bile ne kadar yorgun olduğunu görmüyor musunuz? Bırakın da yemeğini huzur içinde yesin bari! Gerçek insanı bırak, yemek yiyen köpek bile kışkırtılmaz be!”
“Hayır, sadece söylemiştim…”
“Sadece şunu söylemiştim, sadece bunu söylemiştim. İyi de bize ne?! Birini diriltmek istiyorsan git de kendi başına yap, tamam mı? Cidden, tek yapmanız gereken bozuk paraları bulmak zaten. Ondan ne bekliyorsunuz ki?”
Kırıcı ve kaba sözleri İkiliyi sıcak basmasına ve boyunlarının kıpkırmızı kesilmesine sebep olmuştu. Karşılığında hiçbir şey demediler ama genç adam, şaşkına dönmüşçesine homurdandı. Kız da açıkça gücenmişti.
Bu arada Hyun Sangmin paketlenmiş ekmeği sertçe sıktı ve poşetini patlattı. Seol, gözleriyle sakin ol işareti çakmasa ikiliyle fiziksel olarak dövüşmeye başlayabilirdi bile.
Tuhaf yemek sonunda bitti. Seol sınıftan çıkıp koridora adım attı. Hazine avının başlama zamanı neredeyse gelmişti ama çıkmasının diğer bir sebebi de Hyun Sangmin’in konuşmak için dışarı çağırmasıydı.
“Sana şimdiden söyleyeyim, o ikisi gibi insanlara katlanamıyorum ve onlarla birlikte de takılmam.”
Hyun Sangmin’in sesi o anda son derece öfkeliydi.
“Bi’ boka yaramaz embesiller! Yollarını açtın hatta karınlarını bile doyurdun. Gelmiş daha fazlasını mı istiyorlar bir de? Hiç utanmaları da mı yok?!”
Patlamak üzere olan öfkesini bastıramayıp sınıfa doğru dik dik baktı. Ancak birden sesini alçalttı.
“Sen de dikkatli olmalısın.”
“?”
“Bana kalırsa o ikili senin kolay lokma olduğunu falan düşünüyor. Haddimi aştığımı düşünüyorsan özür dilerim. Ama böyle şeylerde yılanın kafasını küçükken ezmelisin, bilmem anlatabildim mi?”
Seol yavaşça başını onaylarcasına sonra da iki yana doğru salladı. Az önce Hyun Sangmin öne atılmasaydı da Seol, ikiliye pek de iyi şeyler demeyecekti. Gelecek Öngörüsü aktifleşip aktifleşmese bile aynı şey geçerliydi.
“Birinin gerçek karakteri, yalnızca köşeye sıkıştırıldığında belli olur, haksız mıyım? Şimdi karınları tok, keyifleri de yerinde olduğundan bir sürü şımarık göt gibi davranıyorlar. Kang Seok gibi herifleri sevmem ama o piçin düşünceleri pek de yanlış değildi.”
“…”
“Onlara iyi davranmaya devam edersen en sonunda, bunun hakları olduğunu falan düşünmeye başlayacaklar. Şey, her halükârda… o iki kokuşmuş orospuya güvenme sakın, tamam mı?”
[Hazine avı şimdi başlıyor.]
[Gece yarısına kalan süre 05:29:59]
İnsanlar birer birer sınıftan çıkmaya başladığında Hyun Sangmin boğazını temizlemek için yalandan iki öksürdü.
“Şey, kendin için en iyi olanı yapacağından eminim… her neyse, gidiyorum ben. Gece yarısı gibi görüşürüz, tamam mıdır?”
Hafifçe Seol’ün omzuna vurdu, çantasını sırtına taktı ve merdivenlere doğru gözden kayboldu.
Neredeyse anında, tüm kat kıpır kıpır hareketlenmişti. Birinin aceleyle yanından geçtiğini görünce Seol de bozuk paraları bulamaya odaklanmaya karar verdi. Olabildiğince bozuk para toplayarak yeni yolların kendiliğinden açılacağını düşünüyordu.
[Bilinmeyen Öğrencinin Günlüğü güncellendi.]
Seol, ilk nereye gideceğine karar vermeye çalışarak orada dikilirken mesaj sesini duyduğunda telefonunu çıkarttı.
[Gönderici: Bilinmiyor]
[#4. Kat, sınıf 3-1’in karşısındaki koridor (Bilinmeyen Öğrencinin Günlüğünden bir alıntı)]
—4. kat, sınıf 3-1, öğretmen kürsüsünün iç tarafında (x4)
—4. kat, sınıf 3-2, arkaya doğru ikinci, kapıya doğru dördüncü sıranın altında (x1)
—4. kat, sınıf 3-3, birinci malzeme dolabının içinde (x2)
—4. kat, sınıf 3-4, koridora bakan pencere eşiğinin üstünde (x3)
…
…
“Ah.”