Novel Günleri - Bilgilendirme!

Bölümün tamamını okumak için üye olmalısınız! Üye olmak için tıklayınız.

30. Bölüm Geriye Bakmak (2)

Çevirmen: Zakowske / Editor: Momental

‘Altın Kural ha…”

Karmaşık veya derin bir anlamı yoktu. Bu yüzden tek yapması gereken duyduğu gibi yorumlamaktı. Bununla birlikte; bu sözle becerisi, Dokuz Göz’ün ne bağlantısı var çözebilmiş değildi. Bir şeyler tam olarak yerine oturmuyordu.

Sağ ve sol yönler gibi bunun da adının böyle adlandırılmasının bir sebebi olmalıydı. Onlarca kez üzerine kafa yormasına rağmen bir sonuca varamadı. Düşündükçe kafası daha da karışıyordu.

Sonuç olarak, bir fiske uyumadan sabahı getirdi.

‘Anlayamıyorum.’

Uykusu gelmek bilmiyordu. Sonunda yatakta dönüp durmaktan sıkıldı ve Altın Kuralın anlamını çözmeyi başka bir zamana bıraktı. Kendini zorlayıp yanlış bir karara varmaktansa burada bırakmanın daha iyi olacağının farkındaydı. Her türlü, bu gizemi çözmek istiyorsa ilk yapması gereken, düğümden çekmesi gereken doğru iplik parçasını bulmaktı.

Bunu çözmek için yapabileceği iki şey vardı:

Bir, sağ tarafı açmak.

Nasıl sol taraf aşağı tarafla bağlantılıysa yukarı tarafın da sağ tarafla bir bağlantısının olma ihtimali yüksekti. Kalan üç rengin ne olduğunu bulabilirse altın rengin anlamını da bir şekilde ortaya çıkarabilirdi.

‘Ama başka Ambrosia kalmadı…’

İki, kalan tek yol, deneyimle sonuca oluşmak.

Tüm gece boyunca tavanı izledikten sonra kararını verdi ve yataktan kalktı.

Tarafsız Bölge’de kaldıkça insanın zaman kavramı silikleşmeye başlıyordu. Burada saat olmadığı gibi çoğu mağaza da 7/24 açık olduğundan ışıkları yanmayan bir yer bulmak oldukça zordu. Yalnızca Eğitimin başında ona verilen telefon sayesinde saat ve günden haberdar olabiliyordu.

[05:17]

Sabahın erken saatlerinde, hep kalabalık olan meydan bir nebze daha sakin oluyordu.

Acaba Yun Seora orada mıdır diye merak ederek aşağı indi ancak onun yerine başka birini karşısında buldu.

‘Yi Seol-Ah?’

Tam kıza seslenecekti ki durdu. Hafif açılmış ağzı yavaşça geri kapandı.

Yi Seol-Ah duyuru panosuna kararsız gözlerle bakmakla meşguldü.

Koşu görevi için burada değilmiş gibi görünüyordu. Temel zorluktaki bir görev sonsuz kere tekrar edilebileceğinden, parşömen kağıtlarının tükenmesi için endişelenmeye gerek yoktu. Duyuru panosunun önünde tereddüt ederek bakındığına göre Biraz Kolaydan daha zor bir görevi denemeyi düşünüyor olmalıydı.

Narin omuzları hayal kırıklığıyla düştü. Bir şeyden dolayı hüsrana uğradığını gösterircesine başını öne eğdi. Seol aceleyle kızın yanına gitti.

“Şimdi ne yapacağım…?”

“Bayan Seol-Ah?”

“Hiğğkk?!?!”

Birden seslendiğinde, kızın ağzından oldukça garip bir çığlık kaçıverdi. Sesin kimden geldiğini görmek için hemen arkasına döndü. Seol’ü görünce şok olmuş yüz ifadesi hızla normale döndü ancak ömründen 10 yıl gitmiş gibi bir hali vardı.

“Orabeo-nim!”

“Günaydın. Koşu görevi için mi buradasın? Birlikte koşmayalı bayağı olmuştu. Ne dersin, koşalım mı?”

“Ah… şey, bilmem.”

Sesi hiç de istiyor gibi çıkmamıştı. Kızın cevap vermeden önce çok kısa bir anlığına tereddüt ettiği Seol’ün gözünden kaçmadı.

“Sorun ne? İyi hissetmiyor musun yoksa?”

“Ah, hayır! Hiç de bile. Şey, nasıl desem… cesaret edemiyorum mu denir? Geçtiğimiz günlerde pek alıştırma yapmadığımdan…”

Cümlesinin sonunu tamamlamadan beceriksizce gülümsedi. Her zaman saf ve masum bir gülümsemeye sahip olan kızın bugünkü gülümsemesinde saklamayı başaramadığı bir yapaylık vardı. Her zamanki neşeli halinin yerine beti benzi atmış gibi görünüyordu.

‘Hım?’

Seol kızı bir süre dikkatle inceledikten sonra hafifçe başını eğdi.

Dikkatlice baktığında, kızla ilgili birkaç şeyin tuhaf olduğunu fark etmişti. Sınıflar uyandırılalı bir aydan fazla olmuştu ama kızın giysileri hâlâ Eğitimde giydikleriyle aynıydı. Yakın zamanda Shin Sang-Ah ve Hyun Sangmin’le görüştüğünden bu tuhaflık gözüne daha da büyük gelmişti.

Yi Seol-Ah’ın Durum Penceresine baktığında ‘kabiliyeti’ fena değildi. Her ne kadar ‘Parlak’ denemese de ‘on parmağında on marifet’ yazdığını hatırlıyordu.

“Kahvaltı yaptın mı?”

İçinden ‘Olamaz, değil mi?’ diye geçirirken bunu sorduğunda kız aceleyle başını salladı.

“E, elbette!! Gelmeden önce kar…”

Gurrr.

Tam da zamanında boş bir mide, herkesin duyabileceği kadar yüksek sesle acı acı feryat etti. Tabii ki bu ses Seol’ün karnından gelmiyordu.

“…Yemek yemem için ilk önce görevleri tamamlamam gerek…”

Bir dakika önceki halinden eser kalmamıştı; sesi güçsüzce çıkıyordu. Pembemsi renkteki boynu yavaşça kıpkırmızı kesildi. Seol şaşkınca bakışlarını duyuru panosuna çevirdi.

Tam da beklediği gibi kız Temel zorluktaki görevleri yapmak için burada değildi. Çok Kolay ve Kolay görevlerin bir zamanlar olduğu yere bakıyordu. Ne yazık ki hiç parşömen kâğıdı kalmamıştı. Bunun sebebi, Seol’ün birkaç gün önce kalan azıcık görevi de bitirmesiydi.

-…Sanırım Yi kardeşler devamlı Yun Seora’ya yardımcı oluyordu…

Birden Hyun Sangmin’in dedikleri aklına geldi. Ve o anda, adeta kafasından aşağı kaynar sular döküldü.

‘Ahh…’

Şimdi ne olduğunu anlamıştı.

Yi kardeşler kendileri için yeterli HKP kazanamıyor demek yerine, Yun Seora’ya bakmaya çalışırken yapamıyorlar demek daha doğru olurdu.

Bölgede yaşamak için gerekli HKP veren görevleri tamamlamak için sınıfa uygun ekipman ve beceriler gerekiyordu. Bunlar olmadan bir göreve kalkışmak, hayatını çöpe atmaktan farksızdı.

Çaresizlikten görev zorluğu düşürüldüğündeyse verilen ödüller çok düşük kalıyordu. O halde bile tahammül edip bunları yapmaya devam edilirse bir miktar HKP kazanmak mümkündü. Ancak Yi kardeşler, kazandıkları bu puanları Yun Seora’ya bakmak için kullanıyorlardı.

Bu da onları devamlı aşağı çekiyordu. Bunun üstüne, Tarafsız Bölge’ye Yi Seol-Ah 46 ve kardeşi Yi Sungjin ise 114 puanla girmişti. Zaten düşük bütçeleriyle fazladan birine bakmaya çalıştıklarından, uzun süredir kötü durumda olmalılardı.

‘Kahretsin.’

Seol’ün eli mızrağını sıktı.

“…O görevleri yapmama gerek bile yoktu…”

Hazine avında yaptığı hayatı tekrarlamayacağına dair kendine söz verdiği halde yine aynısını yapmıştı. Kendine isteklerini kontrol altında tutmasını söylemesine rağmen sonunda, düşüncesizce, kararlarını herkesin kendisiyle aynı durumda olduğunu varsayarak vermişti.

Keşke biraz daha dikkat etseydi. Diğer hayatta kalanların durumunun kendininkinden farklı olduğunu dikkate almakta nasıl bu kadar başarısız olabilmişti?

Yi Seol-Ah’nın gözüne, kızın hayatta kalmak için son şansını da elinden almış gibi görünüyor olmalıydı.

“…Özür dilerim.”

Seol’ün birden özür dilediğini duyunca kızın gözleri kocaman açıldı.

Elbette o da durumun farkındaydı. Seol’ün hikayesi herkesin dilinde olduğundan duymamış olmasının imkânı yoktu.

“H, hayır! Böyle söyleme!”

“Hatalıydım. Kolay görevlerin hepsini bitiren benim.”

“Orabeo-nim, böyle deme lütfen. O görev parşömenleri benim değildi bile.”

“…”

“Daha da önemlisi, geçen iki ayda o görevlere dokunmadın bile. Tembel olup daha çok görev yapmamak benim suçum. Asıl suçlu olan benim.”

Onu teselli etmeye çalıştığını gördüğünde tarifsiz vicdan azabı kalbine daha da ağırlık yapmaya başladı. Tembellik yaptığını söylüyordu ama bunun olmasının imkânı yoktu. Hatta hayatta kalmak için çaresizce çırpındığını söylemek daha doğru olurdu.

“Bayan Yun Seora’ya baktığınızı duydum.”

“Ah, uhm… ş, şey…”

Yi Seol-Ah, sadece ne diyeceğini bilemez halde ağzını açıp açıp tekrar kapatabildi. İfadesi ‘Bunu nasıl öğrendin?’ der gibiydi.

“Ne kadar süredir?”

“Belki… Tarafsız Bölge’ye geldikten… yaklaşık on gün sonra falan…”

‘Yani bir aydan uzun zamandır.’ Seol keyifsizce güldü.

Kız, bu süre zarfında bir kere de olsa ondan yardım isteyebilirdi. Ancak birlikte koşu yaptıkları zaman bile bu konuda tek kelime etmemişti. Zor durumda olduğunu hiç belli etmemişti de. Yun Seora’nın durumunu kimse söylememiş olsa ne olduğunu asla anlayamazdı.

Kızın çaresizce öne eğilmiş başını gördüğünde Seol’ün kafası iyice karıştı.

‘Şimdi ne yapacağım?’

Kim Hannah’ya net bir cevap vermemiş olsa da Yun Seora’ya yardım etmeyi planlıyordu zaten. Şimdiye kadar Altın Damgalı olmanın birçok faydasını gördüğünden, Kim Hannah’nın iyiliğini geri ödemenin çok da kötü bir fikir olmadığını düşünmüştü.

Ancak Yi kardeşlere yardım etmek planları dahilinde değildi. Tabii ki Yun Seora’ya destek olmaya başladığında Yi kardeşlerin omuzlarındaki yük hatırı sayılır derecede hafifleyecekti ama…

Artık çok geçti. Yi Kardeşler, diğerlerinden çok geride kalmıştı. Diğerlerine yetişmek bir yana, bitiş tarihine kadar 1000 puanı toplamayı başarabilecekler miydi, o bile belli değildi.

Karmakarışık düşüncelerin girdabına kapılırken eğiliminin ‘Karmaşık’ olduğundan bir kez daha emin oldu. Onlara bir şekilde yardımcı olmak istese de bir tarafı müdahil olmadan yalnızca görevlere odaklanmak istiyordu.

Yardım etmeli miydi, etmemeli miydi?

Başka bir yol ayrımıyla karşı karşıya kalan Seol, düşünmek için gözlerini kapattı.

Tam o anda, aklında iki ay öncesine ait bir görüntü belirdi.

[…Hadi birlikte koşalım!!]

O anda ne kadar kötü halde olduğunu görüp, onu teselli etmek için gelen bir kızın görüntüsüydü bu. Kurtarıcısını asla unutmayıp ne olursa olsun iyiliğini geri ödemeye çalışan bir kızın görüntüsü…

Ve sonra Kim Hannah’nın bahsettiği İncil ayeti geldi aklına.

…Bu nedenle erkeklerin size yapmasını istediğiniz her şeyi, siz de onlara yapın.

Duruma Yi kardeşlerin gözünden bakmaya karar verdi.

Yi kardeşlerinkine, hatta Yun Seora’nınkine benzer bir duruma o düşseydi ne olurdu? Tabii ki hemen birinin gelip yardım etmesini isterdi.

[Bu sözleri hiçbir zaman fedakarlığa dayalı saçmalıklar olarak görmedim gerçi. Bence ‘karşılıklı özveri’ demek daha doğru olur, sence de öyle değil mi?]

Biraz da olsa Kim Hannah’nın ne demeye çalıştığını anlamaya başlamıştı.

Belki de…

Belki de Kim Hannah’nın ima ettiği gibi gelecekte bir gün Seol’ün birinin yardımına ihtiyacı olacaktı. Karşısındaki bu kızın, o ‘biri’ olma ihtimali var mıydı?

Hayır, mühim olan bu değildi. Önemli olan, gelecekte ne olursa olsun şu anda hissettiklerinin ne olduğuydu. Neden bilmese de kıza yardım etmek istiyordu.

Kang Seok gibi bir piçin tekiyle uğraşıyor da değildi. Bu iyi kalpli ve samimi kızın zor durumda olduğunu biliyorken görmezden gelemezdi.

‘İmkânım da var hem.’

Kararını verdiği an gözlerini açtı ve konuştu.

“Gel hadi. Biraz koşalım.”

*

Seol ve Yi Seol-Ah, pistte yavaş tempoyla koşmaya başladılar.

Gereken turu ilk Seol tamamlamış ve bitiş çizgisinde kızı bekliyordu. Kızın yavaş yavaş bitişe yaklaştığını görünce cesaretlendirmek istercesine elini salladı. Kız, çizgiye ulaşmayı başardı ancak çizgiliyi geçmeden hemen önce yere yığıldı ve ağır ağır nefes almaya başladı. Bunu görünce Seol hafifçe sırıttı.

“Sadece 30 tur koştuk, biliyorsun değil mi? Bu kadar formda olmadığını bilmiyordum.”

“Doping almıyorum ben!”

Yi Seol-Ah haksız yargılanması karşısında tepki gösterdi.

“Sana doping değil dedim ya.”

Kendini savunurken dudaklarında acı bir tebessüm belirdi. Kızın hayat koşullarından tamamen habersiz bir şekilde Yeterlilik almasını tavsiye ettiği zamanı hatırlamıştı.

“Biraz koştuktan sonra nasıl hissediyorsun?”

“Daha iyi.”

Yi Seol-Ah nefesini düzene sokmaya çalışırken yerde neşeyle gülümsedi. Zorla buraya sürüklenmiş olsa da bu durumdan hoşnutsuz olduğu söylenemezdi.

“Tamam, o halde. Seni daha da iyi hissettirmemi ister misin?”

“…Hım?”

Tarafsız Bölge’de biri isterse Hayatta Kalma Puanlarını başkasına aktarabiliyordu. Seol hesabından 200 HKP’yi Yi Seol-Ah’ya aktardı.

“Ha? Ha, haaaa?! 200 puan mı?”

“Başarıyla bir görevi tamamladın, değil mi ama? Bunun karşılığını almalısın.”

Bunu şakacı bir şekilde demişti ancak kızın yüzünden ne kadar mahcup ve ne yapacağını bilemez halde oluğu okunuyordu.

“Yine de… Bu kadar çok puan verirsen…”

Sözleri Seol’ün şaşırıp üzülmesine yol açtı. Tarafsız Bölge’deki hayatı ne kadar zor geçmişti de alt tarafı 200 puan için böyle davranıyordu?

“Kardeşin şu anda ne yapıyor?”

“Ah, Sungjin mi? Birazdan uyanır sanırım.”

“O halde gidip güzel bir kahvaltı yapın. Bir kere gönlünüzce yemek için 200 puan yeterli olur.”

“B, bir kere mi?! Eğer dikkatli kullanırsam 10 gün idare edebiliriz bununla…”

“Olmaz. Tek seferde harcayacaksınız. Hepsini de.”

Seol tereddüt etmeden kızın lafını kesti.

Kız bir süre hiçbir şey demedi. Henüz idrak edememişçesine sadece şaşkın bir ifadeyle Seol’e bakabiliyordu.

“Yemeyi bitirdiğinizde, kardeşinle odama gelin. Ah, bu arada Bayan Yun Seora’yı nerede bulabileceğimi biliyor musun?”

“O, Orabeo-nim?”

Yi Seol-Ah yerden kalktı. Hayal mi görüyor yoksa bu yaşananlar gerçek mi, hâlâ anlayamıyor gibiydi.

“Ama, ama neden?”

“Hım… Şey, sana minnettar olduğum için?”

“T, tam olarak ne konuda? Hiç, hiçbir şey yapmadım ki…”

Seol utangaçça yanağını kaşıyarak konuştu.

“Nasıl hiçbir şey yapmadın? O zaman benimle koşmuştun, değil mi?”

Geriye bakınca, gerçekten de öyleydi. Seol, kızla beraber koştuğunda, sonunda ne kadar zayıf olduğunu anlayabilmişti. O günden sonra deliler gibi kendini geliştirmeye odaklanmıştı. Bir bakıma, şimdi olduğu yere gelmesi için yaptığı sıkı çalışmaları, Yi Seol-Ah’nın vesilesiyleydi.

Yi Seol-Ah, bir süre daha hiçbir şey diyemedi. Yalnızca dudaklarını açılıp açılıp kapatabildi.

“Orabeo-nim.”

Sonunda bir şeyler demeyi başardığında...

“Efendim?”

“Bir saniyeliğine… arkanı döner misin?”

“Tabii olur. Ama neden?”

“Şey… Ağlamak istiyorum ama çok utanç verici…”

Seol nazikçe gülümsedi. Muhtemelen ne kadar minnettar olduğunu göstermenin bir yoluydu bu.

“Ne istiyorsan yap.”

Ancak arkasını dönmesiyle kızın hıçkırıklarını duyması bir oldu. Az kalsın korkudan yüreği ağzına geliyordu ve hemen arkasını döndüğünde Yi Seol-Ah’nın yere çömelmiş, minnettarlıkla gözyaşları döktüğünü gördü.

‘Gerçekten ağlıyor mu?!’

Bu sefer panikleme sırası Seol’deydi.

*

Yi Seol-Ah’yı odasına gönderdikten sonra…

Seol beşinci kata doğru yol aldı.

Daha önce bu kata hiç gelmemişti. Yi Seol-Ah’nın açıklamasına göre burada büyük bir oturma alanı vardı ve Yun Seora zamanının çoğunu burada geçiriyordu.

Seol, oturma alanı olarak adlandırılan bir yerdeki tesislerin çok kötü olmayacağını düşünmüştü ama…

“…”

…Oraya varır varmaz düşüncelerini değiştirmesi gerekti.

Dairesel oturma alanı gerçekten de geniş ve ferahtı. Ancak oturacak yalnızca birkaç koltuk vardı. Buraya oturma alanı diyemiyordu bile.

Cam kapıyı açıp içeri girdiğinde odanın en köşesinde sessizce uzanan bir kadın siluetini fark etti. Bedeni kıvrılmış bir şekilde yerdeyken başını kapüşonu örtüyordu.

Kızın öksürdüğünü duydu. Öksürüğü kuru ve düzensizdi. Elini yere değdirdiğinde sert zeminden gelen soğuk, hafifçe titremesine sebep oldu.

‘Burası bayağı bir soğukmuş.’

Kız derin uykuda olmalıydı; Seol’ün adım sesleri yankılandığında bile hiçbir hareket belirtisi vermedi.

Huuu…

Yumuşak ve neredeyse duyulamayacak kadar sessiz soluklarını dinlerken kızın yüzüne baktığında nefesi kesildi.

Eğitimden sonra Yun Seora’nın görünümü de oldukça değişmişti. Ne yazık ki bu değişim kötü yöndeydi.

Eskiden beyaz ve pürüzsüz görünen yanakları şimdi sararmış ve çökmüştü. Açıktaki beli o kadar inceydi ki Seol kazara kemiklerine baktığını sandı. Bozulmuş bir oyuncak bebeğe bakıyormuş gibiydi.

“…Bayan Yun Seora?”

Kızın adını seslendi ve elini omuzuna yerleştirdi. Ancak o zaman kızın bedeni hafifçe irkildi.

“Bayan Yun Seora.”

Ve nazikçe kızı sarstığında…

“…Ah-ahğk!”

Kız birden kâbus görüyormuşçasına nefes nefese kaldı, gergin bir çığlık dudaklarından kaçtı ve çaresizce sol eliyle yüzünü kapatmaya çalıştı. Daha da kıvrıldı ve bir yaprak gibi titremeye başladı.

“Ne oluyor lan…?”

Sanki tekrar dayak yememeye çalışan istismara uğramış bir çocuğa bakıyordu. Seol şaşkına dönmüş bir şekilde bir adım geri attı.

“İyi misin?”

“Ih… Iğahah…!”

“Bayan Yun Seora!!”

“Uh, uhm?”

Birden başını kaldırdı. Bir çift odaksız, boş göz Seol’e baktı.

“Huuua…”

Ağzından acı dolu bir inleme kaçtı ve tekrar gözlerini kapattı. Tüm bedeni de yere serildi. Seol, kıza tekrar seslendiğindeyse cevap vermedi.

‘Bayıldı mı?’

Şu anki durumu sadece bayıldı demek için çok belirsizdi.

Seol hızlıca kızı yerden kaldırdı. Yalnızca kollarında tutmasına rağmen kızın ağırlığını zar zor hissedebiliyordu.

Beşinci kat oturma alanından çıkarak derhal onuncu kattaki odasına gitti. Odasının enerji yenileme özelliği olduğundan orada bulunmanın kızın bilincini yerine getireceğini düşünmüştü.

Yun Seora’yı dikkatlice yatağa yatırdıktan sonra içini çaresizlik kapladı.

Kızı buraya kadar kendi getirmesine rağmen durumunun ne kadar kötü olduğunu şimdiye kadar fark etmemişti. Muhtemelen, Kim Hannah’nın üstü de Yun Seora’nın ölümün kıyısında olduğunu fark ettiğinden bu iyiliği istemişti.

‘Durum Penceresine bakalım bir.’

Seol Dokuz Göz’ünü aktifleştirdi.

[Yun Seora’nın Durum Penceresi]

[1. Genel Bilgiler]

Çağrılma Tarihi: 16 Mart 2017.
Damga Sınıfı: Gümüş
Cinsiyet/Yaş: Kadın/20
Boy/Kilo: 166.2 cm/48.2 kg
Mevcut Durum: Ağır yaralı
Sınıf: Seviye 1 Savaşçı
Uyruk: Kore Cumhuriyeti (1. Bölge)
Mensubiyet: Mevcut değil
Lakap: Yok

[2. Karakter]

1. Huy:
—Umursamaz (Genelde, bir şeylere kolay kolay ilgi duymaz.)
—Çaresiz (Çaresizliğe kapılmış ve her şeyden vazgeçmiş halde kendi bedeniyle ilgilenmeyi bırakmış.)

2. Kabiliyet:
—Parlak (Zeki ve genel olarak iyi becerilere sahip.)
—Son derece dikkatli (Etrafındaki nesneleri ve olayları dikkatlice analiz edip inceler.)

[3. Fiziksel Seviye]

Güç: Düşük (Aşırı) ↓2
Direnç: Düşük (Aşırı) ↓1
Çeviklik: Düşük (Aşırı) ↓3
Dayanıklılık: Düşük (Yüksek) ↓2
Mana: Düşük (Yüksek)
Şans: Düşük (Yüksek)
Kalan Beceri Puanları: 1

[4. Beceriler]

1. Doğuştan Gelen Beceriler (0)

2. Sınıf Becerileri (0)

3. Diğer Beceriler (0)

[5. Kavrama Seviyesi]

—Depresif (Son derece kaygılı ve telaşlı; enerjisi tükenmiş)
—Çaresiz
—Karamsar (Hayatına karşı karamsar bir bakış açısına sahip; kederli; çaresizlik içinde)

“…Bu ne lan?”

Seol sertçe kaşlarını çattı.

Durum Penceresinde gördüğü kadarıyla Yun Seora’nın durumu berbat haldeydi.