Ilerde adı katile çıkmaz umarım
polisle falan uğraşmak çok sinir bozucu :/
Novel Günleri - Bilgilendirme!
Bölümün tamamını okumak için üye olmalısınız! Üye olmak için tıklayınız.
17. Bölüm Eden Bulur (2)
“Ha..haklısın. Bence de öyle.”
Woojin, Bae-dohsoo'nun ekip üyelerinin ceplerini boşaltmıştı ve mutlu görünüyordu. Paraları sayarken yüzünün aldığı ifadeye bakınca zerre suçluluk yok gibiydi.
Sunggoo ise Woojin’den o kadar korkuyordu ki inlemeye bile cesaret edemiyordu. Sadece duruyordu öyle. Zindanları daha önce 1 yıldızlı olanlarda deneyimlemişti ama gözleri önünde ilk kez biri öldürülüyordu. Üstüne üstlük öldüren de bir insandı.
Ayrıca o insanları öldürdükten sora bile umursamaz duruyordu Woojin. Sanki daha önce sayısız kez yaşamıştı böyle şeyleri.
“Bayağı para varmış yanlarında.”
Beklenmedik bir şekilde 900 dolar kazanınca çok mutlu olmuştu Woojin. O şarkı mırıldanmaya başlayınca ise Sunggoo’yu aniden hıçkırık tuttu.
“Benim yüzümden neredeyse ölüyordun.”
“Ha..hayır.”
Eğer Woojin olmasaydı çoktan canavarların elinde ölmüştü.
“O zaman miktarı niye iki katına çıkarmıyorsun?”
“Ne?”
“Bu seni ikinci kurtarışım.”
“.......”
Toplamda 4 istiyordu.
Tüm hesaplarını boşaltsa bile toplamda 40 bin dolar etmezdi. Ağlamak üzereydi Sunggoo. Mutlu bir ifadeyle omzundaki oku çıkardı Woojin. Ardından Bae-dohsoo ve ekip üyelerinin ruhlarını toplayıp Sunggoo’nun yaralarını iyileştirmek için kullandı.
Sunggoo vücuduna bir şey girdiğini hissetti ve iyileşmenin hızı karşısında nefessiz kaldı. Bu seferki iyileştirmenin hızı öncekiyle karşılaştırılamazdı bile.
Aslında Ruh Toplama, kaynak daha yüksek düzey bir yaşam formu olduğunda daha etkili olurdu. Bu durumda insan ruhu, canavar ruhundan daha üst düzey oluyordu doğal olarak.
“Te..teşekkür ederim.”
“Sıkıntı değil. Yaptığım her şeyin ödemesini alacağım ne de olsa.”
“Do..doğru.”
Sunggoo hızlıca yere saçılan kancevherlerini topladı ve Woojin’i takip etti. Woojin ile Sunggoo zindandan çıktığı zaman onları gören kamu görevlileri ise şaşkınlıktan donakaldı.
“Neden sadece iki kişisiniz?”
“Diğerlerin hepsini canavarlar öldürdü.”
Woojin’in soğukkanlı cevabı karşısında görevli şüpheyle kıstı gözlerini.
“Kan cevherlerini nasıl topladınız peki?”
“Sırf diğerleri öldü diye kıymetli şeyleri orda bırakmamız gerekmiyor. Değil mi?”
Woojin’in kendinden emin cevabı karşısında görevlinin şüphesi iyice arttı. Duruma bakılırsa kazancı paylaşmamak için bu ikisi diğerlerini öldürmüştü. Ancak elinde kanıt olmadığı için kanıtlayamıyordu.
“Ehem. Gitmeden önce burayı imzalayın. İlerde soruşturma yapılması durumunda ajans size ulaşma gereği duyabilir.”
Woojin ve Sunggoo onlara uzatılan giriş kaydını imzaladılar. Ardından oradaki kamu görevlisi, özerinde ‘Öldü’ yazan bir mühür kullanıp onlarla zindana giren Uyanmışların isimlerini işaretledi.
Eğer birisi istasyon yakınlarındaysa, civarda düzgün bir kan cevheri satış mağazası illaki olurdu.
Ne de olsa kan cevherlerinin fiyatı neredeyse asla değişmezdi.
Satış mağazası belli bir miktarda vergi ve o zindanı ilk temizleyenlere verilmesi gereken ücreti alırdı. Kalan meblağ da müşterinin hesabına aktarılırdı.
‘Tek bir zindandan 13,000 dolar kazandım.’
Kan cevherleri 12,300 dolar ediyordu ve o şerefsizlerin ceplerinden de 900 dolar çıkmıştı. Aslında bunun 8 kişi arasında paylaşılması gerekiyordu. Ancak burada önemli olan 13,000 dolar kazanmış olmasıydı.
Tabi buna Sunggoo’nun hayatını kurtararak kazandığı 4000 dolar da eklenirse 17,000 gibi büyük bir meblağ elde etmiş oluyordu.
‘Gelecek sefere bu zindanlara yalnız girmem lazım.’
Eğer tek girişiyle bu kadar para kazanabiliyorsa giriş ücretinden yana endişelenmesine gerek yoktu. Ayrıca zindanı 1 saatte temizleyebildiği için yalnız girmek daha karlı olurdu.
Woojin, kolunu Sunggoo’nun omzuna attı.
“Telefon numaranı kaydet.”
“Tamamdır.”
Hong-sunggoo numarasını girdikten sonra Woojin hemen arama tuşuna bastı. Sunggoo’nun cebindeki telefonun çaldığını duyduğunda ise telefonu kapattı.
“Güzeeel. Hesap numaram var mı sende?”
“Evet. Söylediğin gibi yazdım.”
“Tamamdır. Dikkatli ol.”
Woojin şişkin cüzdanından 10 dolar çıkardı. Sunggoo reddetmeye çalıştı ama o bu parayı zorla koydu Sunggoo’nun eline.
“Otobüs için kullanırsın.”
“Te..teşekkürler abi.”
“Bu arada beni sırtımdan bıçaklayan insanlardan nefret ettiğimi unutma.”
“U..unutmam.”
Woojin’in gidişini izledikten sonra Sunggoo boynunu büktü. Yüzünde dünyaları kaybetmiş gibi bir ifade vardı.
“Dört diyor... Tüm birikimlerimi versem bile eksik kalır.”
Hong-sunggoo iki ay önce Uyanmış olmuş ve onun gibi 21 yaşında olanlara kıyasla çok daha fazla para kazanmıştı. Ancak böyle olsa bile tüm bu parayı toplamak kolay olmamıştı.
Bu son iki ay boyunca her gün 1 yıldızlı zindanlara girmiş ve bu sayede 30 bin dolardan fazla para eline geçmişti. Ayrıca hem para biriktirmiş hem ateş topu yeteneğini geliştirmiş hem de yeteneğinin bekleme süresini azaltmayı başarmıştı.
Normal bir insanın gelirine kıyasla çok büyük bir miktardı bu. Ancak hepsini hayatını ortaya koyarak elde etmişti. Bu yüzden topladığı tüm paranın uçup gideceğini düşündükçe karnına ağrılar giriyordu.
Buna rağmen hayatıyla kıyaslayınca tüm mal varlığı neydi ki? Kalan 4000 için de kredi çekebilirdi.
“Aaaaah. İnşallah 4 derken kastettiği 400 değildir.”
40 da olsa 400 de olsa elindeki her şeyi verecekti ama 400 bin dolar kazanabilecek kadar iyi değildi hala. O miktara ulaşmak hala çok zordu onun için.
Bu yüzden Woojin’in onun hayatına çok büyük bir değer biçmemiş olmasını umuyordu ve böyle düşünerek tüm hesaplarını boşaltmaya, bankaya gitti.
*
Woo-soonghoon, çok başarılı bir telefon mağazası sahibiydi. Satıcı olarak 8 yıllık bir deneyimi vardı ve sahip olduğu parayla bir mağaza satın almıştı. Mağazası ise sektörde hızla isim sahibi olmaya başlamıştı
“Öfff. Bugün de müşteri yok.”
Soonghoon tam esnerken cam kapı açıldı ve birisi hışımla içeri girdi.
“Tuvalet nerde? Burada mı?”
Adam aniden tezgâhın arkasındaki kapıyı açtı ve girdi. Soonghoon tüm bunu şok içinde izledi. Hatta belki şaşkınlıktan açamıyordu ağzını.
“Neler oluyor böyle? Kim bu manyak?”
Soonghoon yerinden kalktı ve sinirli bir şekilde konuştu.
“Beyefendi orası depo. Lütfen dışarı çıkın.”
“.......”
Bir cevap ya da tepki alamayınca Soonghoon iyice öfkelendi. Adamın odanın içinde tuvaletini yapmadığından emin olmak için kapıyı açtı ve depoya girdi.
“Hadi. Çık dışarı.”
O anda bir el Soonghoon’un kıyafetlerinden kavradı ve onu zorla içeri çekti.
Güüm.
Ürün kutularının üstüne fırlatılmasıyla Soonghoon bir terslik olduğunu anladı.
‘Bu adam manyak. Nerden çıktı bu Allah’ın manyağı?’
Soonghoon çok vakit geçmeden karşısındakinin kim olduğunu gördü. Aslında görmedi. Bunun yerine o kişi Soonghoon’u yakaladı. Onu yakasından tuttu ve havaya kaldırdı. Öyle ki ayakları bile yere değmiyordu.
‘Nasıl bir güç bu!’
Soonghoon iri yarı bir adam olmasına rağmen rakibi ondan daha güçlüydü. Üstüne üstlük, güçlü olduğu kadar da irikıyım biriydi.
Paat!
Onu yakalayan kişi yanağına bir tane vurdu ve Soonghoon bir anda söyleyeceklerini unuttu. Darbenin etkisiyle kulakları çınlamaya başladı ve aptallaşmış gibi, hiçbir şey düşünemiyordu.
Paat!
Bu sefer darbe öteki yanağına geldi ve Soonghoon bilincini kaybetmeye başladı. Ağzının içi kanamaya başladığı için demir tadı alıyordu.
Paat!
Karşısındaki yanaklarına yine vurunca kendine geldi Soonghoon ve artık bu adamdan tüm benliğiyle korkmaya başlamıştı. Bu yüzden tüm gücünü konuşmak için kullandı.
“A..acıyın bana.”
Paaat!
Cevap yerine karşısındaki yine elini kaldırdı. Uyuşmuş yanaklarına tekrar darbeler inince Soonghoon çaresizlik hissetti.
‘Kafayı yemiş bu adam. Dikkatli olmazsam kesin öldürür beni.’
Televizyonda mı görmüştü acaba? Hani şu ayrım yapmayan saldırılar: Masum insanlar sebepsiz yere darp ediliyordu hani. Ya da belki de birisi onu öldürmesi için bir katil göndermişti. Şimdi düşününce, saldırgan depo odasına kesin kamera olmadığı için girmişti. Bunun planlanmış bir saldırı olduğundan emin olmuştu artık.
“Hey, sen.”
“Evet. Evet, efendim!”
Karşısındaki adam ilk kez vurmak yerine konuşmuştu. Soonghoon ise hiç düşünmeden cevap vermişti.
Baam.
Adam bu sefer Soonghoon’u sertçe duvara doğru fırlattı.
“Aaaaah.”
“Ayağa kalk. Hazır ol.”
“Peki efendim.”
Askerliğini yapalı uzun zaman olmuş ama söz konusu hayatta kalmak olunca orada öğrendiklerini hatırlamıştı bir anda.
Kesin en küçük bir ses çıkardığı anda ölümüne dayak yiyecekti.
İşte karşısındaki adam böyle bir izlenim veriyordu ona. Duruşu tıpkı yüzlerce insanın başında olan bir mafya liderininkine benziyordu.
“Bana ihanet eden ve beni kazıklamaya çalışan insanlardan nefret ederim.”
“.......”
Daha önce karşılaşmamışlardı bile. Ona nasıl ihanet etmiş olabilirdi ki? Ancak Sooghoon, masumiyetini savunamayacak kadar korkuyordu karşısındaki adamdan.
Woojin ona baktı.
“Cevap vermeyecek misin?”
“Ö..özür dilerim.”
Gerçekten de yanlış ne yaptığını öğrenmek istiyordu.
“Her neyse. Bugünü şanslı günün say.”
“.......”
“Eğer burası Alphen gezegeni olsaydı seni saniyesinde öldürmüştüm.”
“.......”
Bugün şanslı günü müydü? Karşısındaki adam nasıl böyle düşünüyordu bir türlü anlayamadı Soonghoon.
“Dua et Kore’de doğdun.”
“Evet efendim! Yaşasın Kore!”
“Abartma.”
“Peki efendim.”
İnsan haklarının olduğu bir ülkedeydi. Bu yerin kanunlarına ve prensiplerine uyması gerekiyordu ve bu yüzden bu adamı böyle bir suç için cezalandıramazdı Woojin.
Taak.
Fırlattığı telefon tam Soonghoon’un ayağının dibine düştü.
“Dün bana bu son model telefonu sattın.”
Hassiktir!
Soonghoon bu adamın sonunda kim olduğunu hatırlamıştı. Köyden yeni gelmiş eziğin tekine benziyordu ve ona 10 dolardan az eden telefonu 90 dolara satmıştı. O satışı yapmak o kadar hoşuna gitmişti ki satın alan kişinin adını bile hatırlıyordu.
‘Dünkü ezik bu şerefsiz mi şimdi?’
Bir insan nasıl bu kadar çok değişebilirdi?
Dünkü ezik bugün ecel gibi çökmüştü ensesine. Üstüne üstlük bir Uyanmış gibi duruyordu. Eğer onun bir Uyanmış olduğunu bilseydi böyle basit bir dümen çevirmeye çalışmazdı bile.
“En yeni telefonlardan aldım.......”
“.......”
“Ancak eve gittiğimde bunun eski olduğunu söylediler bana.”
“Şey, şey...”
“Bir hata mı yaptın acaba?”
Bu hayatının söz konusu olduğu bir durumdu. Bu yüzden hızlıca düşünmeye başladı. Woo-soonghoon'un satış konusunda 8 yıllık bir deneyimi vardı. Bu yüzden karşısındakinin amacını hemen anladı.
“Be..ben bir hata yapmış olmalıyım.”
“Öyle olduğunu biliyordum.”
Başlarım şimdi. Sırf bir hata yüzünden mi böyle dövüyorsun insanı?
“Başka bir tane ver bana.”
“Na..nasıl bir model...”
“Ben nerden bileyim? Sen seç.”
“.......”
“En pahalı olanını ver.”
“.......”
Woo-soonghoon uzunca düşündü. Ancak stokunda sadece bir tane kalan akıllı telefonu çıkarmaktan başka çaresi kalmamıştı.
*
Telefon mağazasından çıktığında, Woojin’in yüzünde çok mutlu bir ifade vardı.
“Hehe. Dünya şimdi çok daha güzel oldu bak.”
Haritanın açılması bir saniye bile sürmedi. Navigasyona güzergahı girdiği anda yön göstermeye başladı. İnternet çok hızlıydı ve her şey istediği gibiydi.
“Hı hı. Son model telefonlar gerçekten de en iyisi.”
Woojin rehberini açtı.
[Annem] [Do-jaemin] [Gerçek Jaemin] [4 Bin] [Telefon Satıcısı]
“Hepsini doğru şekilde aktarmış.”
Modern dünyada yaşayan bir insan için telefon rehberi onun bağlantılarının bir listesiydi. Woojin telefon numaralarına baktı ve gülümsedi. Satıcıya geri geleceğini söylemişti. Ondan numarasını kaydetmesini istemiş ve değiştirmemesi hakkında özellikle uyarmıştı.
Telefon sorununun çözüldüğünü görünce Woojin çalıştığı restoranın adresini almak için annesini aradı. Evden çok uzak bir yerde değildi. Öğrendikten sonra rahat adımlarla evine dönmeye koyuldu.
‘Hmmm. Biraz daha biriktirirsem param taşınmaya yeter. Ama her şeyden önce anneme o işten çıkmasını söylemem gerekiyor değil mi?’
Woojin annesinin iş yerine gerçek anlamda diş bilemişti ama yine de bu oraya ilk gidişi olacaktı. Bu yüzden eli boş gitmemek için bir kasa içecek aldı.
[Soongmi’nin Restoranı]
“Burası olduğunu söylemişti sanırım.”
Woojin restoranı bulduğunda saat 4 civarıydı.
Bu saatlerde boş olması gerekse de lokantanın yarısı doluydu.
Zırrr.
“Hoş geldiniz.”
Kapının sesini duyunca, kasadaki kadın kafasını telefonundan kaldırmadan selamladı onu.
Bam bam. Pat pat. Bam bam bam.
Soongmi telefonunda bir oyun oynuyordu. İstemeyerek telefonunu kapattı ve kafasını kaldırdı.
“Kaç kişi.......”
Tam her zamanki gibi müşterisini karşılayacaktı ki gözleri fal taşı gibi açıldı.
Gelen kişinin güçlü bir vücudu ve uzun boyuyla uyumlu olan geniş omuzları vardı. Yakışıklı olmasa da çekici bir yüzü vardı ve karanlık bir izlenim veriyordu insana. Kısacası kötülük ile güzelliğin karışımı olan bir adamdı bu.
Ama yüzü biraz tanıdık geliyordu nedense...
“Woojin abi?”
“Ha? Sen niye buradasın Soongmi?”
Restoranın adı tekrar aklına gelmiş ve durumu anlamıştı Woojin.
“Annem senin restoranında mı çalışıyor?”
“Ne? Annen mi?”
“Lee-soogyung’dan bahsediyorum.”
“Mutfaktaki teyze mi?”
Soongmi şaşkınlıktan donakalmıştı. Mutfaktaki kadın Woojin’in annesi miydi?
Ayrıca...
“Sana ne oldu peki abi? Beş yıl önce eminim...”
Woojin sırıttı.
“Eve döndüm.”
“Ah...”
Bir an iç çekti Soongmi.
Beş yıl önce kaybolan ilk aşkı geri dönmüştü.