Novel Günleri - Bilgilendirme!

Bölümün tamamını okumak için üye olmalısınız! Üye olmak için tıklayınız.

23. Bölüm Çift Sınıf

Çevirmen: MidnightSun / Editor: Zakowske

“Offf. Biraz dinlenemez miyiz abi?”

Woojin çoğu zaman aktif olarak dövüşe katılmıyordu bile. Ne de olsa böcükler sırf sayıları çok fazla diye 3 yıldızlı canavarlar olarak kabul ediliyordu.

O kadar çoklardı ki böcüklerle olan savaş aslında canavarlara karşı bir savaş değildi. Kişinin kendisine karşı olan bir savaştı çünkü kişi yorulduğu anda bu savaş biterdi.

İskelet askerler ise asla yorulmuyordu. Biri yok olduğundaysa tek yapması gereken yeni bir tane çağırmak oluyordu.

Ayrıca askerlerin görünüşü de değişmişti. Seviyeleri 1’den 10’a yükselmiş ve evirilmişlerdi.

İskelet Askerleri sadece kemikten oluştukları için sıska vücutları kırılgan duruyordu. Ancak artık omuz ve göğüs zırhı takıyorlar ve bir ellerinde küçük bir zırh taşıyorlardı.

Kılıçları ise hala kör duruyordu ama şimdi daha büyük ve sivri olmuşlardı. Bir de kafalarında miğfer vardı.

Seviye artışı ise bir yetenek kullanıldıkça olurdu. Ayrıca ögelerin yardımıyla ve ekstra puanları o yeteneğe yatırarak da yükseltilebilirdi. Tek yollardı bunlar.

Seviyesi arttıkça ise avlanma hızı artıyor ve işi daha kolaylaşıyordu. Fakat şimdiki sorun Sunggoo’nun enerji düzeyiydi.

3 saattir kan cevheri topluyordu ve biraz bile dinlenememişti. Woojin o kadar hızlı avlanıyordu ki Sunggoo bir türlü zaman bulamamıştı dinlenmek için. Woojin’in sprey boyası bitmiş ama göründüğü kadarıyla bu sefer de bir işaretleme büyüsü öğrenmişti. Bu büyüyü kan cevheri olan canavarları işaretlemek için kullanmaya başlamıştı.

Sunggoo ise Woojin’in bu çok yönlülüğüne şahit oldukça hayranlığını göstermeden edemiyordu.

Sonundaysa enerjisi tamamen tükenmiş ve artık dayanamamıştı.

“Peki. Hadi dinlenelim biraz.”

Sunggoo bir an inildedi ve Woojin ondan önce yere oturuverdi. Sunggoo da onun yanına geçti ve çantasından bir şişe su çıkarıp önce Woojin’e verdi.

Sunggoo ter içinde kalmasına ve çok yorgun olmasına rağmen suyu önce Woojin’e vermişti. Bunu görünce Woojin sırıttı.

“Çok uzun bir hayatın olacak senin.”

“Ne?”

“Seni sevdim.”

Woojin bir yudum su içip şişeyi tekrardan Sunggoo’ya verdi. Şişedeki suyu çölde vahaya denk gelmiş bir adam gibi içti Sunggoo da.

“Ohhhhh.”

O anda sanki kemikleri bile suyu emiyormuş gibi geliyordu. Ardından vücuduna bir an bir titreme girdi ama sonrasında rahatladı.

“Daha ne kadar zamanımız var?”

“1 saat ve 12 dakika.”

Zaman geçtikçe hızları da artmıştı. Daha üç saat bitmeden zindanı 6 kez temizlemişlerdi.

“Net olarak miktar 300,000’den fazla, değil mi? 400,000’e yaklaştık sanırım.”

Kan cevheri satış mağazası, o zindanı ilk temizleyen Uyanmışa vermek için belli bir miktar kesiyordu. Birlik de bir miktar alıyordu ama kalanın tümü Uyanmışın kayıt hesabına aktarılıyordu.

Woojin yorgunluktan yere yıkılmış Sunggoo’ya baktı ve düşündü.

300,000 dolar ile Annesi ve Sooah için güzel bir ev alabilirdi. Para sadece bu yola giden bir araçtı. Hedefine ulaşmak için ona ihtiyacı vardı ama paranın kendisi hedefi değildi.

‘Kan cevherlerini artık istemiyorum.’

Woojin yerinden kalktı.

Sunggoo da onu takip edip yerinden doğruldu.

“Ooof.”

“Hey, Sunggoo.”

“Evet, abi.”

“Bundan sonra toplayacağımız bütün kan cevherleri senin.”

“Ne?”

“Ben işaretlerim yine. Sen de elinden geldiği kadar topla. Ha gayret.”

“A..abi?”

“Tam böyle devam et.”

Woojin İskeletleri aşağı kata götürürken neredeyse koşuyordu.

“Ne kadar sürede temizliyorum ölçsem mi acaba?”

“Kekeke.”

Sunggoo ise Woojin’in kaybolduğu merdivenlere boş boş bakıyordu.

“A..abi?”

Woojin avını bitirmeden tüm kan cevherlerini toplayabilirse 50,000 dolar civarı kazanmış olacaktı. Artık hayatının bedelini umursamıyordu bile. Kazanacağı para miktarı ne kadar hızlı hareket ettiğine bağlıydı. Yorgunluğu bir anda kayboldu.

“Hadi, hadi, hadi!”

İşaretleme büyüsü kaybolmadan önce hızla kılıcını savurdu.

Sunggoo zindana girdikten sonra deli gibi hareket etmeye başlamıştı. Woojin ile arasındaki mesafeyi kapatmaya çalışıyor ve işaretli böcüklerdeki kan cevherlerini topluyordu. Bunu birkaç saattir yaptığı için artık böcüklerin kafasını yarmada usta olmuştu.

Ancak Woojin çok hızlı avlanıyordu. Woojin dönüş cevheriyle dönmeden önce o sadece bir katı temizleyebiliyordu.

‘Ah, ah benim paracıklarım!’

Aşağı kattaki işaretli böcük cesetlerini düşündükçe zemini yumruklamak istiyordu. Ancak elinden bir şey gelmiyordu. Woojin’i takip edip, tekrar girmek için zindandan çıkıyordu.

Dört saatlik zindan kullanımının bitmesine 20 dakika kalmıştı. Woojin son kata geçmeden önce bir an olduğu yerde kalakaldı.

<Seviye atladınız!>

<10. seviyeye ulaştınız. Sınıfınız seçiliyor.>

Woojin’in kafası karışmış, şaşkınlık içinde başını eğmişti.

“Sınıf mı?”

Aslında birisi sınıfını 10. seviyede seçerdi. O ise Alphen gezegeninde nekromansır olmayı seçmiş ve buraya geldiğinde de çoktan nekromansır olduğunu görmüştü.

Gözünün önünde beliren pencereye bakıp derin derin düşünmeye başladı.

<Hareket tarzınız analiz ediliyor.>

<Sınıfınız seçiliyor.>

<Büyücü><Elemental><Savaşçı><Rahip><Tuzakçı>....

Woojin karşısına sonu gelmeyen bir sınıf listesi çıkınca kaşlarını çattı. Alphen gezegeninde 10. seviyeye ulaştığında deneyimlemişti bunu. Sorun ise zaten bir sınıfının olmasıydı.

“Yani iki sınıfım mı olacak şimdi?”

Uzun uzun düşündü ama varabildiği tek sonuç bu olmuştu.

<‘Savaşçı’ sınıfı seçildi.>

<Seçim ödülü olarak size bir Savaşçı silah verilecek.>

Woojin iç çekti.

“Bu şimdi sıkıntıya sokmaz mı beni?”

Yetenekleri ve puanlarının birbirleriyle alakası bile yoktu. Bazı yetenekleri büyü istiyor, bazı yetenekleri de zindelik istiyordu.

Nekromansır ise büyü ve kontrole odaklanan bir sınıftı.

Eğer Büyücü olsaydı yetenekleri az da olsa kesişirdi. Ancak birisi 10. seviyeye ulaştığında seviyesi hareket tarzına göre seçilirdi.

Eğer çift sınıf olacağını bilseydi 1. seviyeden itibaren büyü kullanırdı. Çivili çekicini savurup durmazdı.

“Neyse. Elimden bir şey gelmez artık.”

Durum puanları muhtemelen bitecekti ama ekstra puanlarını Nekromansırlığa odaklamaya karar verdi. Savaşçı sınıfı sadece bir ilaveydi.

Böyle düşünmeye karar verdi.

Verilen ana silahı ise yedek olarak varsayacaktı.

Ondan sonra tek yapması gereken ise durum puanlarını ilaçlar kullanarak yükseltmekti. Kafasındakileri düzene koyunca pişmanlığını attı gitti.

“Ödül.”

Woojin hızla envanterini açtı.

Sınıfı seçildiğinde bonus ödül olarak ne aldığını merak ediyordu.

Savaşçıların ödülü bir silahtı. Nekromansırken de ödül olarak gelişebilen İblis Çağırma’yı almıştı.

“Ne? İki tane mi var?”

<Savaşçı Bonusu – Savaşçı’nın Silahı>

<Nekromansır Bonusu – Mühürlü İblis Taşı>

Woojin Savaşçının bonus ödülünü çıkardı.

Pah-pam.

Mavi bir kutu çıktı ortaya. Işık kayboldukça bir sopa ona doğru yaklaştı. Bir asa gibi eğimliydi. Bir büyücünün asasına benziyordu ama biçimi normal bir asadan çok farklıydı.

“Bu...bu bir çelik boru mu?”

Asa çelikten yapılmıştı ve çivili çekice benziyordu. Bugüne kadarki dövüşler görünüşünü etkilemiş olmalıydı.

<Çelik Asa>

Bir savaşçının silahı onun en yakın arkadaşıdır ve canı gibidir. Silah, savaşçıyla beraber gelişir ve hep yanında bulunur. Her çağırdığında ise gelmeye hazır olur.

Etki: +5 Güç, Dayanıklılık Yenileme (Gönderilmiş Durumda)

Yetenek: Çağır, Gönder

Woojin asayı bir elinde tuttu ve göndermeyi düşündü. Düşündüğü anda ise asa kayboldu.

“Çağır.”

Pah-pam.

Aniden havada asılı ortaya çıkıverdi. Woojin eline aldı ve yüzüne tatmin olmuş bir gülümseme yerleşti.

“O kadar da kötü değilmiş bu.”

Her an çıkarabileceği bir silah elde etmişti ve bu çok işine yarardı. Ayrıca bu silah evirilebiliyordu da. Gelişiminin olasılıkları sınırsızdı. Envanterinde de yer kaplamıyor olması onu ayrı bir kullanışlı yapıyordu.

Mühürlü İblis Taşını çıkarınca ise Woojin’in kalbi biraz hızlandı.

“Acaba hangi şerefsiz var bunun içinde?”

Alphen gezegeninde şanslı mıydı yoksa şanssız mıydı bilmiyordu. Savaşta hiç yardım edemeyen bir succubus kazanmıştı. Ancak bu iblis konuşmayı çok sevdiği için sıkılmamıştı hiç.

Pah-pam.

Çağırma taşı yok oldu ve kalın bir duman sardı etrafı. Sonrasında bu duman sıkışıp bir çocuk şeklini aldı.

Bu tek parça bir elbise giyen sevimli bir kız çocuğuydu ve bir kenarından tüller sarkan bir şapka takıyordu.

“Efendim!”

“Ne?”

Küçük çocuk aniden ona sarıldı ve o da onu üzerinden kaldırdı.

“Sen... Bibi misin?”

“Evet, efendim. Nereye kayboldunuz siz öyle?”

Woojin düşük düzey succubus Bibi’ye sadece aptal aptal bakabiliyordu. Sonra da Bibi’nin gözlerine bakabilmek için yere çömeldi.

“Ne? Niye sen çıktın?”

“Hııı? Ama efendim siz beni serbest bıraktınız.”

“Öyle mi?”

Aklından geçenler artık Woojin’in başını ağrıtmaya başlamıştı. O anda kafasını kavradı ve şakağını ovalamaya başladı. Ardından Bibi’ye bir soru sordu.

“Boyutlar arasında geçiş yaparken mi yanımda getirdim seni? Ama hayır. Seni, benim serbest bıraktığımı daha yeni söyledin.”

“Sizinle tekrar görüşebildiğim için çok mutluyum efendim. Neyse. Bu koku da ne böyle? Trahnet’in köleleri gibi kokuyor.”

Bibi yerdeki böcükleri işaret etti.

“Ne? Trahnet’in köleleri mi?”

Trahnet, Alphen gezegenini istila eden iblisin adıydı. Aslında iblis demek doğru olmazdı. O bir felaketti.

“Çok benzer kokuyorlar...”

Bibi’nin söylediklerini duyunca yine şakağını ovalamaya başladı.

‘Trahnet’in istilası Dünya’ya da mı ulaşmıştı? Burada zindanların oluşma sebebi bu olabilirdi aslında.’

Bunun doğru olup olmadığını öğrenmenin imkânı yoktu. Tehlikede hissediyor ve bu onu rahatsız ediyordu. Cehennemden kaçmayı başarmıştı ama şimdi de cehennem buraya gelmeye çalışıyordu.

“Eğer Bilge Jaenis burada olsaydı o bilirdi. Heh heh.”

“Jaenis mi?”

Bilge Jaenis.

Alphen gezegenindeki en büyük büyücülerden biri olarak bilinirdi. Trahnet’in istilasından sonra kendini Lich’e çevirmişti.

Lich olduktan sonra 200 yıl Alphen’in tarihinde yer edinmişti.

Komutasındaki ailede, en iyisi bu namevt büyücüydü. Yani Lich.

O ismi bir daha duyacağı aklından bile geçmemişti.

“Evet. O da mühürlü odada benimle birlikteydi. RyongRyong, ShingShing ve hatta Kiba bile vardı. Ayrıca...”

“Hey. Dur bir dakika. Ne bu mühürlü oda?”

“Emin değilim. Çağırma odası gibiydi ama sizin sesiniz oraya gelmiyordu efendim.”

Çağırma odası, Woojin’in ailesinin çağırılmadığı zaman durduğu yerdi. Bir nevi envanter gibiydi. Bir tür cep evreni olan bu yer ailesinin yaşadığı cennet gibi bir şeydi.

“Yani herkes mühürlü mü?”

“Evet. Sizin sesinizi ilk ben duydum efendim.”

Woojin sonunda anladı durumu. Onun nekromansır sınıfı da onunla geçiş yapmıştı.

Elinin altındaki herkes, Woojin onları çağırabilene kadar mühürlenmişti. Lich çağırmayı yapabilmesi için 80 seviye olması gerekiyordu. Görünüşe bakılırsa bu mühürlemenin sebebi seviye sınırlamasıydı.

‘Eğer Trahnet dünyayı istila etmişse...’

Burada neden zindanların oluştuğunu anladı. Aynı anda bir telaş çöktü içine. Kan cevheri toplamak için rahat rahat canavar kesmenin zamanı değildi.

Woojin hızla seviye atlaması gerektiğini hissetti.

“Abi!”

Yukarıdan bir ses duydu ve Bibi’ye döndü.

“Sen geri dön.”

“Hııı? Ama efendim yanınızda kalmak istiyorum ben.”

“Yine çağırırım seni. O zamana kadar yerine dön.”

“Peki. Çağırma odasında sesinizi duyarım zaten efendim.”

Pah-pam.

Bibi dumana dönüştü ve kayboldu. O anda Sunggoo koşarak aşağı indi.

“Ha? Az önce bir kız sesi duydun mu abi?”

“Hayır, duymadım.”

“Öyle mi? Bu arada niye hala buradasın?”

“Şu aşağıdaki canavarları da hallettikten sonra bugünkü avı bitirelim.”

Zorlasalar zindanı bir kez daha dönebilirlerdi ama Sunggoo aşırı yorgundu. Bu yüzden itiraz etmeden kabul etti.

“Olur.”

İskeletlerini merdivenlerden indirirken Woojin’in yüzüne tuhaf bir ifade yerleşmişti.