Zindana nasıl girmiş ben onu merak ettim, 4 yıldızlı zindanda duranlar anlaşma yapmıştı. İşler ilginçleşiyo :)
Novel Günleri - Bilgilendirme!
Bölümün tamamını okumak için üye olmalısınız! Üye olmak için tıklayınız.
31. Bölüm Aynı Yer (3)
*Sunggoo’nun arabasının içinde*
“Dimsah derisi iyi para ediyor ha?”
“Sanırım.”
Woojin, Minchan’ın verdiği hediyeleri karıştırdı. Eşyalar arasından, Gwachun Belediye istasyonu 11. çıkışın rehberine bakıyordu. Zindanda hangi canavarların olduğunu ve nasıl bir dağılımla ortaya çıktıklarını gösteriyordu. Canavarların zayıf noktalarını da ekliyordu ayrıca. Kısacası zindana saldırırken gerekli olacak çeşitli bilgiler vardı.
Bunların dışında canavar parçalarının kaça satıldığı yazıyor ve kıymetli bitkileri tarif edip orada bulunabilecek madenleri sıralıyordu.
Bunların hepsi kolayca bulunan şeylerdi. Woojin önceden bilmiyordu ama bu dünyada bunlar için büyük bir talep vardı.
“Yazık oldu ama neyse. Elden bir şey gelmez artık.”
Woojin pek bir şey getiremediğini bilse de bunun için pek üzülmüyordu. Gelecekte tüm bunları yalnız başına toplaması gerekmeyecekti zaten.
“Hey Sunggoo. Bir sonrakine sen hallet bunları.”
“...Peki.”
Sunggoo kan cevheri toplamayı tercih ederdi. Bir de kıymetli kısımları getirmek için canavarları parçalaması gerekiyorsa bu biraz...
‘Ah benim ateş büyücüsü olma hayallerim...’
Yeteneğini yükseltme isteği en az para kazanma isteği kadar güçlüydü aslında. Yüksek düzey Uyanmışlara gerçekten saygı duyuyordu. Ancak Woojin’le karşılaştığından beri kasap bıçağını ateş topundan daha çok kullanıyordu.
Kan cevheri toplama konusunda usta olmuştu ama ateş büyüsü yeteneği hala yerinde sayıyordu.
Ancak bir sözleşme yapmıştı ve bu yüzden 1 yıl boyunca menajerlik işine sadık kalacaktı. Hem şu anda kazandığı para ile eskiden kazandığı para arasında aşırı büyük bir fark vardı. Durmadan para toplayacak ve yeteneğini yükseltmek için bir büyü parşömeni alacaktı.
“Bu arada abi...”
“Hım. Ne?”
Woojin gözlerini rehberden ayırmıyordu. Bu yüzden dikkati dağılmış şekilde cevap verdi.
“Neden telefonun numaranı verdin?”
“Benimle soju içmek istediğini söyledi.”
Bu kadar basit miydi şimdi? Kendini beğenmiş davranmaya mı çalışıyor? Belki de apt... Hayır. Abim öyle değil.
“O numaranı bildiğine göre, Ekip lideri Jung da öğrenmeyecek mi?”
“Evet, öğrenecek.”
“Niye verdin o zaman?”
“Neden vermeyeyim?”
Woojin kafasını çevirip Sunggoo’ya baktı. O kadar vakur bir şekilde cevap vermişti ki Sunggoo bir an yanlış bir soru mu sorduğunu düşündü.
“Abi. Bir loncaya katılacak mısın sen?”
“Hayır.”
“Ra...rahatsız edilmeyi sevmediğini sanıyordum. Ekip lideri Jung çok inatçı birine benziyor.”
Woojin sırıttı.
“Sana bir şey sorayım. Spam e-postaları engellediğinde kesilirler mi?”
“Hayır. Engellesen de gelmeye devam ederler.”
“Aynen. Bu yüzden orta derece bir ilgi göstermek lazım. Onlar da bugünkü gibi bizi zindanlara sokacaklar ve hediyeler verecekler. Güzel olmaz mı öylesi?”
Bu...bu adam bundan ciddi ciddi zevk alıyor. Tabi ki. Abimin gerçekten de...
“Zindanın içindeysem beni takip edemeyecek. Zindanda olmadığım zaman da yapacak başka işim yok zaten. Boş zamanım çok yani.”
“......”
“Eninde sonunda sıkılıp vazgeçecek.”
....k..kötü bir kalbi var.
Sunggoo ses çıkarmadan direksiyonu kavradı. Woojin de tam camdan boş boş bakıyordu ki şaşkınlıkla yerinden doğruldu.
“Ha? Jaemin değil mi şu?”
“Ne? Yanında yaşadığın öğrenci mi abi?”
“Aynen. Arabayı onun yanına çek.”
Sunggoo arabayı kaldırım kenarında durdurdu. Woojin yolcu koltuğundan indi ve onu gördüğüne çok sevinmiş gibi Jaemin’e seslendi.
“JaeminJaemin!”
“Ha?”
Jaemin şaşırmıştı. Ablasıyla bir şeyler yemek için okulun yakınında bir yerlere çıkmıştı. O sırada Woojin’in yüzünde bir gülümsemeyle ona el salladığını gördü. Jaemin fark etmeden başını eğdi.
“Merhaba, abi.”
*
*Çekiç loncasının en üst katı*
Kore’deki 10 A düzey Uyanmıştan biriydi buradaki kişi.
[Lonca Lideri Park-sahngoh]
Masadaki isim levhasının arkasına konmuş dahili telefon çaldı. Tuşa bastığında sekreterin sesi geldi.
[Başkanım, 3. destek ekibinin lideri ziyarete geldi.]
“Bırak girsin.”
Bbbiiii.
Telefon kapandı ve çok zaman geçmeden kapı açıldı. Bu tutkulu ekip lideri onunla aynı yaştaydı. 35 yaşında. Çekiç loncasına sonradan katılmış ama loncanın gelişmesi bakımından yine de çok büyük katkılar sağlamıştı.
Loncanın ana gelir kaynağı olan düşük seviyeli zindanlar onun kontrolü altındaydı. Ayrıca yetenekli kişileri ayırt edebiliyor olması loncanın diğer çalışanları arasında dikkat çekmesini sağlıyordu.
“Başkanım. Rapor vermeye geldim. Hani size daha önce bahsettiğim Kang-woojin hakkında.”
“Loncaya katıldı mı?”
“Henüz değil.”
“Bu konuda sana yetki vermedim mi? Bana rapor vermene gerek yok. Yoksa anlaşmalar iyi gitmiyor mu?”
Eğer bir anlaşma durumu olsaydı sıkıntı olmazdı zaten. Sorun Woojin’in anlaşma hakkında düşünmeyi bile reddetmesiydi.
“Ekip lideri Jung, eğer onu gözüne kestirdiysen ne kadar istiyorsa istesin sorun değil. Tüm yetkiyi sana veriyorum. İstiyorsan al onu loncaya.”
“Onun hakkında bir sorunu çözmeniz gerekiyor aslında.”
Woojin zaten çok para kazanabiliyordu. 3 yıldızlı bir zindanda, 4 yıldızlıdan çıkacak kadar çok para kazanmasını sağlayacak müthiş bir avlanma metodu bulmuştu.
Onu ikna etmek için paradan daha farklı bir şeye ihtiyaçları vardı.
Park-sahngoh imzalaması gereken dokümana baktı ve kaşlarını çattı.
“Gerçekten de başkan yardımcısı pozisyonunu vermemiz gerekiyor mu? O kadar iyi mi gerçekten? Biliyorsun başkan yardımcısı pozisyonu az buz bir şey değil.”
Park-sahngoh öteki dosyalara göz attı. Bunlarda Kang-woojin’in geçmişi detaylı bir şekilde yazıyordu.
“5 yıl boyunca kaybolduktan sonra geri döndü. Geldiği gibi, bir kez 2 yıldızlı bir zindana ve bir kez de 3 yıldızlı bir zindana girdi. Bugün de 4 yıldızlı bir zindan temizledi.”
“Evet. Bu Uyanmışın çok büyük bir potansiyeli olduğunu düşünüyorum.”
“Gördün mü?”
“Ne?”
“Gördün mü diye sordum.”
“Görmedim ama tahminlerime göre...”
Park-sahngoh dokümanları fırlattı ve arkasını yaslayıp sandalyede iyice rahatladı.
“Bak buraya ekip lideri Jung.”
“Evet başkanım.”
Aynı yaşta olsalar da bu şirkette patron ile çalışan arasında derin bir uçurum vardı. Minchan’ın eğitimi daha iyiydi aslında ama aralarındaki fark yine de çok büyüktü. Tıpkı bir Uyanmış ile bir sivilin arasındaki fark gibi.
“Eğer bu kadar yetenekliyse başkan yardımcılığı pozisyonunu neden vermeyeyim ki ona? Ancak çok gülünç bir durum bu. Çekiç loncasında başkan yardımcılığı yarı zamanlı bir iş değil ki. Bu kişi ise sadece üç kez zindan temizlemiş küçük bir çocuk. Bilindik biri değil. Sadece potansiyeline dayanarak niye böyle bir pozisyon vereyim ki?”
Başka problemler de vardı.
“Ayrıca onun bu sözde potansiyeli sadece senin sezgilerine dayanıyor değil mi?”
Boo-dook.
Jung-minchan dişlerini sıktı. Sadece bu sezgilerine dayanarak sayısız yetenekli insan getirmişti. Çekiç loncası yeni yetenekler bulmada diğer loncaların bir adım önündeyse, bunda onun katkısı çoktu.
“Potansiyelini elle tutulur bir şekilde göstermesi lazım. Eğer bu mümkün değilse sen bul onun yeteneklerini. O zaman loncanın onun için yapacağı yatırıma değip değmeyeceğine karar veririm. Daha ne kadar sadece senin sezgilerine dayanarak yatırım yapmamızı bekliyorsun? Her seferinde başarılı olamıyorsun ne de olsa.”
Haklıydı.
Jung-minchan’ın onayıyla sayısız Uyanmış getirilse de büyük kısmı hala tam potansiyeline ulaşamamıştı.
Ancak başkan bugüne kadar yaptıkları karı bir düşünseydi bu kadar yatırımın çok fazla olmadığını görürdü.
“Başkan yardımcısı koltuğunu bu kadar kolay söz konusu yapamayız. Yoksa herkes bize tepeden bakmaya başlar ve bu da Çekiç loncasının prestijine darbe vurur. Anlıyor musun beni?”
“Evet...”
Bbiiiiii.
Dahili telefon tam zamanında çalmıştı. Tuşa bastı ve sekreterin sesi geldi.
“Başkanım, başkan yardımcısı sizi ziyarete geldi.”
Başkan yardımcısı Park-jinwoo.
Kendisi, ekip lideri Jung-minchan’ın bulduğu en büyük yetenekti. Yakışıklı bir yüze sahip 27 yaşında bir gençti. Son zamanlarda sık sık televizyona çıktığı için ünlü bir şovmendi ayrıca.
Ayrıca, başkan dışında loncadaki tek A düzey Uyanmış oydu. Bu yüzden onun buradaki kıymetini anlatmaya gerek bile yoktu.
Park-jinwoo uzundu ve bir takım elbise giyiyordu. İçeri girmek için başkanın kapısını açtığında ekip lideri Jung-minchan ile göz göze geldi. Kısa bir anlığına onu gördüğüne şaşırdı ama sonra gülümsedi ve Minchan’ı selamladı.
“Ha? Ekip lideri de buradaymış.”
“Evet. Söyleyeceğiniz bir şey varsa konuşun lütfen.”
Eskiden Minchan onu bulduğunda sadece acemi bir gençti. Ancak şimdi başkan yardımcısı olmuştu. Konumu eskisinden çok farklıydı artık.
Jung-minchan yanından katı bir yüz ifadesiyle geçince, Park-jinwoo omuz silkti. Görünüşe bakılırsa başkandan azar işitmişti yine.
Ancak yine de çaylak olduğu günlerde onu takdir etmişti Park-jinwoo. Hem onun bu loncaya girmesini sağlayan da o olduğu için onunla bir bağı vardı.
“Ekip liderinin nesi var?”
“Öff. Ne bileyim. Bir nekromansır görmüş ve ona başkan yardımcılığı pozisyonunu vermek istiyor.”
Başkanın rahatsız olmuş sözleri karşısında Park-woojin güldü.
“Eğer ekip lideri Jung kefil oluyorsa her ne olursa olsun bu kişiyi almamız gerekmez mi?”
“Ne olursa olsun mu? Bence eskisi kadar iyi değil o. Artık getirdiği herkes sıradan çıkıyor.”
Son zamanlarda ekip lideri Jung-minchan’ın bulduğu herkes sıradan çıkmıştı. Yetenekli olsalar da yeterince hızlı gelişmiyorlardı.
“Seni bulabilmiş olması bile tamamen şans eseriydi.”
“Yapmayın ama böyle. Yine de bu kadar sert olmayın lütfen.”
“Hıh. Peki. Bu arada Amerika’daki iş nasıldı?”
Park-jinwoo.
A düzey bir Uyanmış olduğu için arkasında loncanın tam desteği vardı. Ayrıca Çekiç loncasının temsilcisi olduğu için başkan yardımcılığı pozisyonuna getirilmişti.
Lonca Konferansı, Amerika’da gerçekleşiyordu. Çekiç loncasının temsilcisi olarak da onun katılması gerekiyordu. Daha yeni New York’tan gelmişti o da.
Park-jinwoo’nun yüz ifadesi ciddileşti.
“Duruma filan baktım ve bence söylenti doğru.”
“Sana göre kim başlatmış bu söylentiyi?”
“Bence Titanlar.”
“Titanlar ha...”
Amerika’da birkaç tane büyük lonca vardı ama en iyisi seçilmesi gerekirse bu Titan olurdu doğal olarak. Ayrıca söylenti doğruysa, bu kişinin Titan’ın elinde olması gayet mümkündü.
Zindandan çıkmış bir insan...
Park-sahngoh’un yüzü ciddileşti. Bu kişiye uzaylı mı demeliydi? Yoksa onu yeni bir insan türü olarak mı tanımlamalıydı? Bu kişiyi görmediği için ne diyeceğini bilemiyordu.
Hayır. Aslında daha en baştan Titan’ın ortaya attığı bir söylenti de olabilirdi bu. İşin aslını sadece Titanların üst yöneticileri bilirdi.
Ancak eğer söylenti doğruysa, 5 yıl önceki zindanların oluşumundan beri, ilk kez böyle bir olay gerçekleşmiş olacaktı.
*
Manhattan’ın göbeğinde bir limuzin, dev bir gökdelenin önüne park etti. Güvenlik gibi duran insanlar da arabayı çevreledi. Hızla bagajı açıp bir tekerlekli sandalye çıkardılar.
Ardından limuzinin kapısı açıldı ve kahverengi saçları olan orta yaşlı bir kadın tekerlekli sandalyeye geçti.
Yüzünde gülümsemeyle düzgün kıyafetli güzel sarışın bir kadın yaklaştı ve sordu.
“Bayan Hamilton, buraya gelirken herhangi bir sıkıntıyla karşılaştınız mı?”
“Rahatsızlık mı? Ömrümde ilk kez böyle bir lüks içinde seyahat ediyorum.”
Buraya gelmek için uçakta 6 saatlik bir yolculuk yapmıştı. Ancak yolculuk sırasında bir saniye bile herhangi bir sıkıntıyla karşılaşmamıştı.
“Loncamızın teklifini kabul ettiğiniz için teşekkür ederim.”
“Hiç sorun değil. Eğer birisinin yardımıma ihtiyacı varsa tabi ki kabul ederim.”
Bayan Hamilton, Amerika’nın en saygıdeğer psikoterapistiydi. Sarışın kadının rehberliğiyle loncanın en üst katına çıktılar.
“Bayan Hamilton, hastayı görmeden önce bu sözleşmeyi imzalamanız gerekiyor.”
Sarışın kadının verdiği belge sık sık görülen bir sözleşmeydi. Gizlilik sözleşmesi. Birçok zengin insan hastasıydı ve onların psikoterapisti olarak bu tür sözleşmeleri görmeye alışkındı.
Sözleşmeyi imzaladıktan sonra sarışın kadın onu hastanın odasına götürdü. Hastanın özet bilgilerini okudu ve okurken şaşkınlık içinde sordu.
“Hastada söz yitimi mi var?”
“Evet.”
Bayan Hamilton hastanın durumuyla ilgili başka bir şey sormadı. Dosya sadece hastanın gösterdiği semptomlar hakkında bilgi içeriyordu. İçinde kişisel bir bilgi yoktu.
“İsmi, doğum yeri ya da yaşı gibi hiçbir şey yok.”
Sarışın kadın onayladı.
“Bir zindandan kurtarıldı.”
“......”
“İşiniz tekrar onun sesini bulmak Bayan Hamilton. Oradaki kişisel bilgilerin hepsini doldurmak sizin göreviniz.”
Sarışın sekreter Bayan Hamilton’u bir odaya götürdü. Odaya girmesiyle kadın şaşkınlığını tutamadı.
“Aman Allah’ım.”
Hayatında daha önce hiç bu kadar güzel bir kadın görmemişti.
Kendisi de bir kadın olarak, bu kadının akla zarar güzelliği onu bile şok etmişti.
5 yıldızlı bir otele yakışır şekilde, gayet lüks döşenmişti oda. Ancak odanın güzelliğini idrak edemiyordu bile. Sadece ona bakabiliyordu.
Bu olağanüstü güzelliğe sahip gizemli bir kadındı. Ayrıca buraya ait değilmiş gibi bir hissiyat veriyordu.
Ancak zindandan kurtarılmış bir kadın için fazla huzurluydu. Psikoterapist Hamilton tekerlekli sandalyesiyle ona yaklaştı.
O böyle bakmaya devam ederken sekreter de yanında duruyordu.
Kendini sakinleştirdikten sonra, Bayan Hamilton yabancı kadına doğru konuşmaya başladı. O konuşurken yabancı kadın da hiç anlamadığını belli eden hafif bir gülümseme yerleştirdi yüzüne.
“Merhaba, Ben Hamilton.”
Kadın onun bu kibar selamlamasına hiç tepki vermedi. Konuşamıyordu ama gözlerinden bir şey istediği anlaşılıyordu.
“Çok zorsa konuşmana gerek yok. Bana yazmak ister misin ya da bir şeyler de çizebilirsin.”
Zaten bunu denemişler gibi, yan masanın üzerinde kâğıt ve kalem vardı. Hamilton gülümsedi ve bir resim çizmeye başladı.
Yavaş olması gerekiyordu. Ne de olsa hastalıklar bir anda iyileşmezdi. Kalbindeki bariyerde ha deyince bir delik açması mümkün imkansızdı. Sadece yavaş yavaş yakınlaşabilirdi onunla.
Ve en önemli şey bir kişinin samimi olmasıydı.
“Ben hazırım. Seni anlamak istiyorum.”
[Beni duyabiliyor musun?]
“Ne?”
Hamilton kafasının içinde net bir ses duyunca çok şaşırmıştı. Dönüp sekretere baktı.
“Birisinin sesini duydunuz mu?”
“Ne? Hiçbir şey duymadım ben...”
[Güveniniz benim sesimi duymanıza izin verdi.]
Hamilton’un şok içindeki bakışları gizemli kadına yöneltilmişti. Sanki gözlerindeki o ışıltı konuşuyormuş gibi... Sanki sesi oymuş gibi...
“Se...seni duyabiliyorum.”
[Tanrım beni henüz terk etmemiş demek.]
“Aman Tanrım.”
Kadının dudakları zerre oynamıyor olsa bile onunla konuştuğuna emindi. Onun sesini gayet net duyabiliyordu.
[Dileğimi yerine getirebilir misiniz?]
“Na...nasıl benimle konuşabiliyorsun? Sen kimsin? Bu nasıl olabilir...?”
Kafası karışmış sekreter, panik içinde kendi kendine konuşan Hamilton’a baktı. Hastanın sesini duyamıyordu hiç.
Sadece Bayan Hamilton duyabiliyordu.
[Kusura bakmayın. Kabalık ettim.]
Aniden bir dilekte bulunmuştu ne de olsa. Gizemli kadın yavaşça yatağından kalktı. Ardından zarif bir şekilde saygıyla eğildi. Bayan Hamilton ise tüm bunları sadece afallamış bir şekilde izleyebiliyordu.
[Ben Alphen’in Yedinci Yücesi ve Yeryüzünün Anasıyım. İlahi Cenah ve Aria’nın Sesiyim. İsmim Melodi]
“Yüce Tanrım.”
O Aria kilisesinin kutsal rahibesiydi. Adı da Melodi’ydi.
Ve dünyaya ilk adımını atmıştı.