Novel Günleri - Bilgilendirme!

Bölümün tamamını okumak için üye olmalısınız! Üye olmak için tıklayınız.

9. Bölüm Eve Doğru (2)

Çevirmen: MidnightSun / Editor: Zakowske

“Ha? Hayatta mıydın sen Woojin?”

Lise 3. sınıftaki sınıf öğretmeni ona hayalet görmüş gibi bakıyordu. Woojin acı acı güldü. Zindan patlamasında sayısız insan ölmüş, görünüşe bakılırsa Woojin’i de o kurbanlardan biri sanmışlardı.

Woojin içinse son görüşmelerinin üzerinden 20 yıl geçmişti. Bu yüzden o kadar da duygusal hissetmiyordu. Hocası, öğrenci kayıtları içinde Woojin’in dosyasını aramaya koyuldu.

“Hah. İşte seninkilerin numarası.”

Zırrrr, zırrrr.

Öğretmen hemen aramıştı numarayı. Numara değişmiş mi, değişmemiş mi bilmiyordu.

Annesinin sesini duyabilecek miydi? Yoksa numarayı değiştirmişler miydi?

Hemen karşıdaki koltukta oturan Woojin’in kalbi güm güm atmaya başlamıştı.

[Alo?]

Sınıf öğretmeni telefonda orta yaşlı, yorgun bir kadın sesi duydu. O anda sesini sadece velilerle konuşurken kullandığı tonla değiştirdi.

“Merhabalar. Ben Lee-sangwoo. Mido Lisesinde öğretmenim.”

[Ne? Mido Lisesi mi?]

Telefondaki titrek kadın sesi annesinin hayal meyal hatırladığı sesine benziyordu. Bir anda Woojin’in kalbi daha da hızlanmaya başladı ve nefesi kesiliyordu sanki.

“Evet. Lee-soogyung hanım ile mi görüşüyorum acaba?”

[Evet, benim. Bir şey mi oldu? Okulunuzda en büyük çocuğum öğrenciydi.]

Telefondan gelen sesi duyunca kalbi duracakmış gibi hissetti Woojin. Balrok’un kırbacı bile bu kadar bu kadar acı vermemişti ona.

Woojin sanki çalacakmış gibi hızla alıverdi telefonu ve ağlamaklı bir sesle konuştu.

“Anne?”

[…....]

Telefondaki kişi tek kelime etmemişti. Ancak ses gelmese bile nasıl bir şokta olduğu belliydi. O anda deli gibi titriyor olmalıydı. Ne de olsa nasıl hissettiğini telefonun ötesinden bile anlayabiliyordu Woojin.

“Anne. Ben Woojin. Kang-woojin.”

‘Anne’ kelimesini söylemek bir 9. halka büyüsü yapmaktan daha zor geliyordu şu anda. Boğazı düğüm düğüm olmuştu ve gözyaşlarını zor tutuyordu. Telefonda ise kelimeler yerine sadece annesinin ağlayışını duyabiliyordu.

[W..woojin? Gerçekten Woojin misin? Benim Woojin’im misin sen?]

Tüm o feryadın arkasında, annesinin ne kadar acı sırtlandığını tahmin bile edemiyordu. Onun da akmaya başlayan gözyaşlarıyla beraber acısı mutluluğa dönüşmüştü.

“Sonunda döndüm.”

[Ühü, ühü, ühü... Woojin’im benim.]

İşte 20 yıl boyunca sırf bu an için hayatta kalmıştı.

“Nereye taşındınız? Söyle geleyim.”

[Hayır. Ben geliyorum. Yakında orda olurum o yüzden sakın oradan ayrılma.]

Telaşlı ayak sesleri duydu telefondan. Sonrasında telefonu geri öğretmene verdi Woojin.

“Ohhh.”

Ağlamamak için kendini o kadar zorladıktan sonra rahat bir nefes almıştı.

Öğretmen telefonu aldıktan sonra uzun bir süre annesini sakinleştirmeye çalışıp telefonu kapatamadı. Bunu görünce tekrar telefon alması gerektiğini düşündü Woojin.

“Bir iki saat içinde burada olur.”

“Sağ olun hocam.”

“Hah. Hiç önemli değil. Bir şey yapmadım zaten. Şu an asıl hayatta olmana seviniyorum.”

“Sağ olun. Peki bir süre okulda dolansam sorun olur mu?”

“Hayır. İstediğini yapabilirsin.”

Bir yerde iki saat oturmak sıkıcı geliyordu. Bu yüzden Woojin öğretmen odasından çıktı.

“Hadi bakalım. Gidip Jaemin’i görelim.”

Annesi geldiğinde ilk fırsatta Jaemin’den aldığı borcu ödemesi gerekiyordu. Tabi 24 yaşında biri olarak annesinden para almak utanç verici bir şeydi. Ancak bunun karşılığı olarak hayatını, iyi bir evlat olmaya adayacaktı.

Tam da o anda teneffüs arası olduğu için öğrenciler koridoru doldurmuştu. O kadar ki, zor bela geçiyordu insanların arasından. Üzerinde birisinin normalde uyurken giyeceği türden beyaz bir tişört ve şort vardı. Ancak buna rağmen özgüvenle koridoru adımlıyordu. Bu yüzden onu görenler bir kez daha dönüp bakıyordu.

“Vay be. Aşırı yakışıklı değil mi?”

“Nasıl da uzun boylu. Bizim okuldan mezun diye duydum.”

Orada başka öğrenciler de olmasaydı kızlar çığlık çığlığa bağırır, etrafında pervane olurdu. Şimdi ise anca aralarında fısıldaşabiliyor ve hayranlıkla bakıyorlardı.

‘Şuna bak. Kıyafetleri çok baştan savma.’

‘Oha. Şu kaslara baksana. Bu serseri ne yapmış da böyle olmuş acaba?’

Erkek öğrenciler de gizli gizli dalga geçiyordu Woojin’le.

Woojin hepsini görmezden geldi ve Jaemin’in sınıfını buldu. Öğrenciler etrafını sardığı için tuvalete bile gidemiyordu Jaemin.

“Hey, Jaemin.”

Woojin, Jaemin’e dostça yaklaşınca etrafındaki herkes bir an şaşırdı. Woojin’in daha önce dövdüğü Soohyuk ve diğerleri ise onunla göz göze gelmemeye çalışıyordu. Diğer öğrenciler de Woojin’e sadece dik dik bakıyor ve dalga geçiyordu.

“Kim bu şerefsiz?”

“Vay. Eziklenmekten korktuğun için mi çağırdın abini?”

En fazla yedi kişilerdi. Woojin’e bakıp bakıp sırıtıyorlardı. Jaemin ise endişeli bir şekilde dururken bir anda onunla göz göze geldi. Woojin bağırmaya başladığında Jaemin yapma dercesine kafasını iki yana sallıyordu.

“Burada kabadayılık taslayanların hepsi benimle çatıya gelsin.”

Büyük bir özgüvenle Woojin, Jaemin’i arkasına aldı ve hep beraber çatıya çıktılar. Diğerleri afallamış bir şekilde onları takip etti.

“Şuna bak. Eşek sudan gelene kadar dövelim şunları. Hey, git diğer sınıflardaki öğrencileri de çağır.”

Onlar çatıya çıkarken Soohyuk da arkalarından gizlice takip etti. Neredeyse 20 tane öğrenci vardı o yüzden dün yaşananları aklından çıkarmaya çalışıyordu.

‘Doğru. Dün dikkatsiz davrandım. O yüzden bizi yenmeyi başardı. Bu kadar kişinin karşısında kesin hiçbir şey yapamaz.’

Soohyuk dahil 20 öğrenci çatıya çıktı.

*

“Biiiir!”

Diye bağırdı Woojin mağrur bir şekilde.

“Biiiiz!”

Zorbalık yapan tüm öğrenciler yerde bir sıra halinde dizilmiş şınav çekiyorlardı.

“İkiii!”

“Jaemin’in uşaklarıyız.”

Tüm bu yirmi beş öğrenci aynı anda yapıyordu bunu. Buna şahsen şahit olan Jaemin bile gördüklerine inanmakta zorlanıyordu.

‘Jiri dağında ne öğrenmiş bu adam böyle?’

Kesin dövüş sanatları üzerine eğitim almıştı. Yoksa iri kıyım 25 kişiyi gözü açıp kapayana kadar devirmesi imkansızdı.

Gerçekten de bir dakikadan kısa sürmüştü. Öğrencilere de 50 şınav çektirmişti ama teneffüs bitmemişti hala. Artık yorgunluktan yerdekilerin kolları titremeye başlayınca, Woojin hepsini bir yere topladı.

“Hepiniz gelin buraya.”

Öğrencilerin yüzü kıpkırmızı olmuştu ve bunu görünce Woojin sırıtmaya başladı. Dünya’ya geldiğinden beri kendini tutuyordu. Eğer burası Alphen olsaydı yerden kalkmaya bile mecalleri olmazdı.

Ardından büyük ihtimalle namevt yapardı hepsini. Ruhlarını lanetlemek içinse tek kalan biraz büyü yapmak olurdu.

“Bu ne sizce?”

“Bu bir ç..çelik sopa.”

“Doğru. Bunu getiren kişinin işi yaş.”

Bir şerefsiz Woojin’i dövmek için çelik bir sopa getirmişti. Çelik sopayı kavradı ve kolayca büküverdi. Sanki bu yetmiyormuş gibi, bir de iki ucundan tutup çekti.

Çırrrr.

Çelik sopa bir anda karamel gibi uzadı. Bir süre sonra da dayanamadı ve kopuverdi. Öğrenciler bu sahneye kanları çekilmiş bir halde bakıyorlardı. Sonrasında da Woojin kırık sopayı yere fırlattı.

Baaam.

Ardından elini yanında duran Jaemin’in omzuna attı.

“Jaemin’i bir daha rahatsız etmeyeceksiniz değil mi?”

“Hayır. Bir daha onu rahatsız etmeyeceğiz.”

“Bir daha asla onunla uğraşmayacağız.”

Öğrencilerin lafları karşısında tatmin olmuş şekilde kafasını salladı Woojin.

“Bir daha ona zorbalık yapmayacaksınız ve onunla iyi geçineceksiniz. Tamam mı?”

“Evet. Tabi ki!”

“Haydi sınıfınıza gidin bakalım o zaman.”

Woojin’in sözlerini duyunca öğrenciler hala hayatta olduklarına şükrediyorlardı. Ardından çil yavrusu gibi dağılıp hemen çatıdan ayrılmaya çalıştılar. Jaemin harap olmuş bir ifadeyle baktı Woojin’e.

“Nasıl geleceğim bu okula şimdi?”

Böyle büyük bir olayın haberi kısa zamanda dağılırdı okulda. Woojin, Jaemin’in keyifsiz surat ifadesine bakınca neşe içinde gülümsedi.

“Sadece derslerine bakacağını sanıyordum. Bak şimdi kimse rahatsız etmeyecek seni.”

Ha? Bu da ne böyle? Ciddi ciddi mantıklı geliyordu söyledikleri.

Sadece derslerine bakacaktı ne de olsa. Arkadaşının olmaması ne fark ederdi.

Woojin, Jaemin’in şaşırmış yüz ifadesini görünce sırtını sıvazladı.

“Doğru ya. Anneme ulaşmayı başardım. Yakında sana borcumu geri öderim.”

“Ha.. hayır. Hiç gerek yok abi”

“Olmaz öyle.”

Woojin annesine kavuşacağı için çok heyecanlıydı. Jaemin ise bu diyaloğun hemen bitmesi için dört gözle zilin çalmasını bekliyordu.

“Hayır. Bu iyiliğini karşılıksız bırakırsam olmaz. Gecenin bir yarısı evine bir yabancıyı almak basit bir şey değil.”

“Haha. Hayır. İlk önce sen bana yardım ettin abi. Hatta bugün bile yardımcı oldun.”

İlerde biraz utanacak olsa da kötü bir şey değildi bu. En azından kimse onu rahatsız etmeyecekti artık.

Artık sadece saçma, basit şeylerle işkence edeceklerdi.

“Böyle düşündüğün için sevindim bak. Telefon aldığımda ararım seni. Okuldakiler seni rahatsız ederse sen de beni ara.”

Cebinden kâğıt parçasını çıkarıp gösterdi Woojin.

‘İşe bak. Hala kaybetmemiş kâğıdı.’

Kağıttaki, Jaemin’in yazdığı sahte numaraydı. Biraz suçlu hissediyordu bu yüzden utançla gülümsedi.

“Evet abi. Annenle kavuşacağın için tebrik ederim seni.”

“Ha ha. Sağ ol. Sen de sıkı çalışmaya devam et ve kendine iyi bir şirkette güzel bir iş bul.”

Zil çaldığında, Jaemin sonunda kaçma şansı yakalamıştı. Eğilip veda etti ve hemen ardından sınıfına koştu. Woojin ise suratında bir gülümsemeyle çatıda kalmaya devam etti.

“Hava gerçekten de güzel.”

Belki etrafta daha az araba olduğu içindi ama sebebi her neyse, bugün gökyüzü çok güzel görünüyordu.

Woojin bir süre orada kaldı ve sonra okulun girişinde bir taksinin durduğunu gördü. Arabadan çıkıp okula doğru koşan kadını görünce, heyecandan neredeyse kalbi duracaktı.

“Anne...”

Woojin kendini sakinleştirdi ve tekrar öğretmenler odasına gitti.