Novel Günleri - Bilgilendirme!

Bölümün tamamını okumak için üye olmalısınız! Üye olmak için tıklayınız.

11. Bölüm 11

Çevirmen: Andromeda / Editor: T4icho

 

Trell, Zich’in çıkıp ortadan kaybolduğu giriş kapısını görünce kaşlarını çattı.

‘Bu ne şimdi? Hangi akla hizmet bu?’

Trell, Zich’in her şeyi planlayıp tahtın varisi olabilme şansını artıracak bir senaryo yarattığını düşünmüştü. Ama Zich tahttan feragat ettiği an bu düşüncenin yanlış olduğunu anladı.

“Sör Zich tam olarak ne yapmaya çalışıyor?”

Kont'u zapt eden Chris Nunn, usulca bu soruyu sorarken Trell ile aynı şeyi düşünüyordu. Neyse ki, Kont o zamana kadar sakinleşmişti.

“Bilmiyorum. Durumu her yönden kendi lehine çevirdi ve sonra hepsini çöpe attı.”

Chris Nunn dilini şaklattı.

“Gerçekten de gitmeyi mi düşünüyor?”

“Bilemiyorum.”

“Belki de olayın etkisiyle böyle fevri bir karar vermiştir. Gençlikte...”

Chris Nunn, Zich’in gerçekten de ailesini geride bırakacağını düşünmüyordu.

“Ama şundan eminim ki o kadar insanın gözünün önünde tahttan feragat ettiği için tahta geçecek kişi kesinlikle Greig olacak.”

Trell, kendisini tutamayıp bir kahkaha patlattı. Bildiği kadarıyla Chris Nunn, Greig'i destekliyordu. Bu durumdan memnun olmalıydı ama Chris Nunn’ın sesinde derin bir pişmanlık duygusu vardı.

‘Hayır, sadece Chris Nunn değil.’

Pek çok insan aynı hisler içerisindeydi. Trell de ne kadar pişman olduğunu gizleyemedi ve yere yığılmış olan Greig’e baktı.

‘Eksik yönleri var, ama Greig’den başka—!’

Vhishh!

“N-Ne yapıyorsun?” diye şaşkınlıkla sordu Chris Nunn, ama Trell cevap veremedi.

'Eksik? Bunu az önce aklımdan geçirdim, değil mi?'

Steelwall, Greig’i hep ‘tahta layık olan varis’ olarak görmüştü ama durum artık farklıydı. Zich'in oyunlarına ve gücüne yenildikten sonra, Greig'in itibarı fazlasıyla sarsılmıştı. O kadar sarsılmıştı ki Trell bile farkında olmadan Greig'in biraz yetersiz olduğunu düşünmeye başlamıştı.

'İnsanlar ikisini kıyaslayıp duracak. Herkes Zich'in ne kadar yetenekli olduğunu gördü. Bundan böyle Greig bir konuda ne zaman biraz yetersiz kalsa, ona farklı bakacaklar.'

Ki bu da Steelwall'da kavgalara sebep olacaktı.

"Şu an önemli olmayabilir, ama düşündüğümden daha büyük bir sorun haline gelebilir."

Neyse ki, Greig'i destekleyen birçok insan vardı.

"Yine de, tarafsız olanlar ve sayıları az olsa da Zich’i destekleyenler, özellikle de daha yetenekli olan büyük oğul katlanmak zorunda kaldığı zorbalık yüzünden Steelwall’dan gitmek mecburiyetinde bırakıldığı için, endişelerini dile getirecekler. "

Bu noktaya kadar sıkıntı yoktu çünkü tahtın varisi Greig’di ve sahip olduğu beceriler ortalamanın üzerindeydi. Greig’in ortalamanın üzerinde becerilere sahip olması endişeleri tamamen ortadan kaldırmazdı ama en azından endişelerin ailenin dışına sıçramasını engellerdi.

"Ya Sör Greig eski haline dönemezse?"

Akli dengesi kaybetmiş biri gibi, Greig bomboş gözlerle Zich'in çıkıp gittiği yere bakıyordu. Bu olay onun için sarsıcı bir an olabilirdi ve Greig bu tecrübeden bir ders çıkarıp kendisini geliştirebilirdi.

'Ya bu şoku hiç atlatamazsa?'

Düello sırasında atlattığı sarsıcı bir süreç, mağlubiyetinden sonra uzun bir süre boyunca maruz kalacağı sert bakışlar, ve bütün hayatı boyunca Zich’e hep tepeden baktığı gerçeği... Greig’in asla bu şokun üstesinden gelememe ihtimali büyüktü.

Ve bu olursa...

‘Genç efendi Zich'in feragat etti, Sör Greig de yıkılırsa, Steelwall ayakta kalamaz.‘

Trell bu kadar derin düşündüğünde, sırtının ağrıdığını hissetti; Zich'in anlamlandıramadığı davranışının ardındaki nedeni anlamaya başladı.

‘Genç Efendi Zich bunca şeyi Steelwall tahtı için yapmadı. Hepsi intikam almak içindi!’

Eğer Trell'in endişe ettiği şey gerçekleşirse Steelwall yalnızca bocalamakla kalmaz, çökerdi.

"Sorun ne, uşak?"

"Galiba gerçekten de gitti."

"Efendim?"

"Genç efendi Zich’ten bahsediyorum, o gerçekten gitti."

Arkasında devasa bir bomba bırakıp Steelwall'dan ayrılmıştı. Chris Nunn'ın şaşkın bakışlarını gören Trell gözlerini çevirdi ve dudaklarını ısırdı.

* * *

"Haa! Amma da ~ferahladım~!”

Zich, sargılarını çözerken bağırdı. Taze sesi adeta duyan herkesin stresini alıyordu. Ancak Hans hala darağacına gitmekte olan bir idam mahkumu gibi duruyordu.

Zich'in Hans'ı yanına almasının özel bir sebebi yoktu.

'Yalnız başına seyahat ederken çantamı taşıyacak birinin olması büyük rahatlık. Bana kafa tutan adamın canını biraz iş gücü karşılığında bağışladım – bundan büyük kibarlık mı var.'

Şaşırtıcı bir şekilde Zich, ölmeden önce Glen Zenard'ın ona söylediklerini -'Yeniden doğarsan, umarım iyilik yapan biri olursun!' deyişini düşünüyordu.

"Gerçekten de Steelwall'dan gidecek misiniz?"

Konuşup konuşmamak konusunda tereddüt ederken Hans'ın dudakları titredi.

"Evet."

"B-bunu bir daha düşünseniz olmaz mı? Şimdi bile geri dönseniz, Kont size kızmayacaktır. Ne kadar yetenekli olduğunuzu düşünürsek, ailenin adını yaşatmanız sizin için çok kolay olacaktır, değil mi?"

"Ailenin adını yaşatmak istemiyorum."

Hans ağlamak üzereydi.

"Her neyse, Kontes ile tam olarak nasıl bir ilişkin var? Normal bir ilişkiye benzemiyordu."

Kontes, olaya sırf Zich dahil olduğu için hassas tepkiler vermiş olsa da, Hans'a diğer hizmetçilere davrandığından daha farklı davranıyordu.

"B-büyükannem Madam'ın bakıcısıydı."

"Ah, hiç şaşırmadım."

Hans’a bu kadar korumacı yaklaşmasının sebebi buydu demek ki.

"Biricik hizmetçisini elinden aldım, biraz canı yanmıştır."

Zich'in yüzünde kendiliğinden bir gülümseme belirdi. Ve Zich ile bir noktaya kadar konuşabileceğini hisseden Hans, "Geleceğe dair planlarınızı öğrenebilir miyim?" diye sordu. “Nereye gideceksiniz ya da neler hedefliyorsunuz vesaire…”

"Kesin bir planım yok. Dünyayı dolaşıp iyi işler yapmayı düşünüyorum—bu kadar."

‘Ben, Gücün İblis Lordu, kafa kafaya bir savaşta kaybeden taraf olduğum için o Glen denen adam ne dediyse onu yapmalıyım.’

Glen bir pisliğin teki olsa da Zich'i yenmiş bir kahramandı. Bu da Zich'in Glen'e bir anlamda saygı gösterme şekliydi.

“Siz mi iyi işler yapacaksınız?”

"Tabii ki de! İnsan hayattayken iyi işler yapmalı, öyle değil mi? Steelwall'da iyilik yaptıktan sonra gerçekten çok iyi hissettim."

‘Cidden delirdi mi?’

Buna zerre inanmadığı Hans’ın yüzünden okunuyordu.

Neyse ki eskiden yaptığı gibi aklından geçenleri pat diye söylemedi. Ağzı bir karış açık kalmış olsa bile Zich'in bir iyilik yaptığını düşünmüyordu.

‘Kont’un evini alt üst etmekten başka bir şey yapmadı.’

Hans, Trell kadar derin düşünemiyordu ama en azından Zich'in tek bir iyi iş yapmadığını biliyordu. Yine de şaşırtıcı bir şekilde, Zich söylediklerinde samimiydi. Üstelik, Zich yine şaşırtıcı bir şekilde iyi niyetli davranmıştı.

‘Greig, böyle bir durumda bırakıldığı için Kont uzun bir süre şokta olacak. Ama şoku atlatıp bir sonraki seviyeye geçebilirse çok daha güçlü bir Kont haline gelebilir.'

Greig, üstün deha Zich ile kıyaslanamazdı bile, ama o da yetenekliydi. Zich ona dokunmasaydı, Greig harika bir Kont olurdu, bu yüzden Zich bahaneler uyduruyormuş gibi duruyordu. Ama bu sefer farklıydı.

‘Steelwall böyle gidemez. Eğer Greig el bebek gül bebek yetiştirilirse Steelwall’un geleceğinde hiçbir değişiklik olmaz.’

Zich'in bildiğine göre, Steelwall yakında yerle bir olacaktı - hem de tamamen. Bir hizmetçinin ailesinin bile hayatta kalamayacaktı.

Steelwall’un neden yıkıldığını bilmiyordu. Bir an döneklik yapıp astlarından birine Steelwall’un ne durumda olduğunu sorduğunda Krallığın yıkıldığını öğrenmişti. Ondan sonra da Steelwall ailesiyle bir bağı olmadığını düşündüğü için bu konuyla ilgilenmez olmuştu.

'Greig düşerse Steelwall ailesinin çökmesi de muhtemel. Gerçi zaten yıkılmaya mahkumlar, yani...'

Aileye olan bütün sevgisini çoktan yitirmişi. Kendilerini değiştirmeleri için onlara bir fırsat vermek zaten başlı başına büyük bir kibarlıktı.

"Iıı, genç efendi."

"Genç efendi değil. Artık bana Sör Zich diyeceksin.”

Kont'un evinden ayrıldıkları için Hans artık Zich'e "genç efendi" diye hitap etmek zorunda değildi.

"Sör Zich, ayrılmadan önce hazırlık yapsak mı? Hiçbir şey almadan yola çıkmamız gerçekten uygun olur mu, efendim?”

Zich'in kanlı bir kılıç ve ikiye bölünmüş lüks bir kumaştan başka hiçbir şeyi yoktu. Hans'ın ise sadece üzerindeki kıyafetler vardı. İkisinin de birbirine sürtecek iki bozukluğu bile yoktu.

"Sıkıntı yok. Bir şeyler hazırlamıştım."

"A-anladım, efendim."

Hans zoraki bir yanıt verdi. Gitgide umudunu kaybediyordu.

"Hazırlık yaptıysa, gerçekten kafasına koymuş demektir!"

Hans'ın Kont'un evine geri dönme umudu yok olmuştu.

"Bunu sadece sana bir uyarı olsun diye söylüyorum. Kaçmayı aklının ucundan bile geçirme. Önceden de gördüğün gibi Steelwall ailesi bir asker ailesidir. Seni kazandığım düellodan sonra yanıma aldığım için kaçsan bile seni geri almazlar. Başka bir yere gidebilirsin, ama bunca zamandır Kont'un evinde güvenli bir hayat sürdün. Bundan sonra başka bir yerde hayatta kalabileceğini düşünüyor musun?"

Hans, saçını çekiştirdi. Artık Zich'in kuklası olduğunu kabul etmek zorundaydı.

Beraber şehrin içinden geçtiler. Paniğin hüküm sürdüğü stadyumun aksine dışarısı oldukça huzurluydu. Ama herkesin gözü onlardaydı. Zich'in kan içinde ve üstünün paramparça olduğunu görünce ürktüler. Ama Zich onlara aldırış etmedi ve yürümeye devam etti.

'Burası!'

Onu bekleyen bulanık gelecek hakkında endişelenen Hans’ın gözleri kocaman oldu. Şehir merkezinin biraz dışındaki tapınağa varmışlardı ama bu sıradan bir tapınak değildi.

‘Burası Kont ve ailenin atalarının yattığı yer değil mi?’

Hans'ın tahmin ettiği gibi burası Steelwall ailesinin mezarlığıydı.

"Bu-buraya neden geldik, efendim?"

“Ayrılmadan önce annemi ziyaret etmek istedim.”

Zich'in yolculuk boyunca neşeli çıkan sesi şimdi alçalmıştı.

"Anneniz derken, efendim, önceki Kontes’ten mi bahsediyorsunuz?"

"Evet."

Zich, tapınağa girdi.

"Hoş geldiniz, efendim."

Tapınaktan sorumlu rahipler onu selamlamak için ellerini birleştirdiler. Zich'in halini gördükten sonra bir an için şaşkınlığa uğradılar, ama hemen kendilerini toparladılar.

"Emanet ettiğim şeyi almaya geldim."

Rahip, yanındaki düşük rütbeli rahiplere emir verdi. Kısa bir süre sonra, düşük rütbeli rahip iki kocaman çantayla geri geldi.

"İşte burada."

Zich, küçük çantayı omuzuna astı ve diğer çantayı Hans'ın önüne bıraktı.

"Taşı bunu."

"…Tabii, efendim."

Hans'ın başka bir seçeneği yoktu; usulca çantayı sırtına attı. Oldukça ağırdı.

"Biraz annemi ziyaret edeceğim"

"Anladım. Lütfen benimle gelin."

Zich, rahibin peşinden gitti, ancak onlardan anlayış göstermelerini istedi ve gitmeden önce üzerini değiştirip temiz kıyafetler giydi.

Rahip, Zich'i tapınağın iç kısımlarına getirdi. Geniş toprak zeminde pek çok mezar taşı vardı ve rahip Zich'i mezar taşlarından birine yönlendirdi. Mezar taşlarının arasında en yeni görünen buydu.

[Sara Steelwall]

Mezar taşının üzerindeki yazılar, mezarda yatan kişinin Kontes koltuğunun asıl sahibi ve Zich'in biyolojik annesi olduğunu gösteriyordu.

Zich duygularının içinde kayboldu.

‘Beni bu dünyaya getiren oydu, değil mi?’

Zich, zamanda geri gittiğinden beri annesine dair düşüncelerini aklının bir köşesine itmişti çünkü içinde bulunduğu durumu ve Kont'la olan ilişkisini anlamak ve Steelwall'u mahvetmenin yollarını aramak gibi meselelerle meşguldü.

Zich, annesini hatırlamaya çalıştı. Üzerinden çok uzun zaman geçtiği için pek bir şey hatırlamıyordu. Kendisini biraz daha zorlayınca hayal meyal bir şeyler hatırlamaya başladı.

Kocası tarafından bir kenara itilen ve hep oğlu için endişelenen annesine dair güzel anılar...

[Bunu nasıl olur da hala aklına gelmez?!]

Zich, birden hatıralar dünyasından çıktı. Hayır, bu bir hatıra bile değildi.

'Neydi bu?'

Pandora'nın kutusunu açmış gibi hissetti; sırtı terden o kadar ıslanmıştı ki savaşta bile bu kadar ter dökmemişti.

Dikkatli bir şekilde tekrar annesine dair hatıraları aklına getirmeye çalıştı.

[Bu kadar zayıfken nasıl Kont olacaksın sen! Hiçbir işe yaramayacaksın!]

Hatırlayabildiği tek şey azarlamalar ve aşağılamalardı. Buraya kadar, annesinin aşırıya kaçmış olsa da yalnızca katı bir kadın olduğu söylenebilirdi. Ama Zich daha fazla şey hatırladı.

[Bu ne böyle?! Kont'un evi daima temiz olacak demedim mi ben sana! Emirlerimi duymazdan mı geliyorsun!]

Penceredeki küçücük bir toz parçasını gösteren parmaklarını ve hizmetçilerin kafalarını şişirdiğini hatırladı.

[Siz şövalyeler azıcık görgülü olamaz mısınız?!]

Krallığın ön saflarında oldukları için sert durmaları gereken şövalyelere, kaba davrandıkları için söylendiğini hatırladı.

[Kontes'e, bana, böyle az bir harçlığı mı layık görüyorsunuz!]

Zich, annesinin Kont'un evinden sorumlu hizmetçiye bağırdığını görmüştü.

[Güzelliğinden başka hiçbir şeyi olmayan, Kont’un aklını çalan aşağılık fahişe; sen kimsin ki benimle aynı statüdeymişsin gibi davranıyorsun?!]

Annesinin o zaman babasının ikinci karısına, Greig'in annesi Florel Steelwall'a acınası numaralarla zorbalık yaptığına şahit olmuştu.

[Sen de annenle aynı kandansın işte!]

Annesinin Greig daha küçük bir çocukken ona bağırdığı sahneyi hatırladı.

[Sen beni görmezden geldiğin için diğer insanlar da beni küçük görüyor!]

Annesi sözlerini Kont'tan bile esirgememişti.

'…Iıı.'

Hatırladığı şeyler Zich’i bile şaşırtmıştı. Elini başının üstüne koyup aklını toparlamaya çalıştı.

'Doğru. Annem hep böyle bir insandı.'

Kont da dahil olmak üzere herkesin Zich'i dışlamasının sebebi annesiydi. Teknik olarak, Zich'in bahsettiği her şeyi annesi Sara Steelwall da yapmıştı; ama insanlar her zaman mantıklarıyla hareket etmezlerdi.

Üstelik, Sara Steelwall’a nazaran Florel Steelwall melek gibi bir insandı.

Zich'e kötü davranmasının tek nedeni Zich'in Sara'nın oğlu ve Greig'in rakibi olmasıydı; diğer herkese karşı oldukça sevecen ve kibardı. Bu yüzden herkes Florel ve Greig'i daha çok seviyordu.

‘Annem bu kadar erken yaşta ölünce pek çok insan derin bir oh çekmiştir.’

Belki de bu huysuzluğu yüzünden bu kadar erken ölmüştür. Sonrasında, Florel Steelwall Kontes olunca Zich hep Kont’un gözüne batmaya başladı.

“Hey, Hans.”

"Buyrun, efendim!"

"Annem hakkında ne düşünüyorsun?"

"M-madam hakkında mı? Tabii ki de iyi bir insandı, efendim!”

Hans gülümsedi ama asıl hisleri gözlerinden okunuyordu.

'Bir saniye. Annemin özellikle eziyet ettiği genç bir hizmetçi yok muydu?'

O hizmetçi şimdiki Kontes'in bakıcısının torunuydu.

'O hizmetçi, Hans’tı.'

Zich’in Hans’a bakışı değişti.

“Hey.”

“Evet!”

“Çantayı ver.”

Zich, Hans'ın sırtlandığı çantayı çekip aldı ve içinden birkaç eşya çıkardı. Bunlar, Zich'in Hans'a eziyet olsun diye çantaya attığı ağır eşyalardı. Bu eşyaların bir kısmını kendi çantasına koydu ve büyük çantayı Hans'a geri verdi.

Hans gözlerini kırpıştırıyordu. Zich, kafasını çevirip önlerindeki manzaraya baktı: Steelwall sarayı işte oradaydı. Zich, Kont’un ailesine hiç acımıyordu. Ama annesinin ne kadar sert davrandığını düşününce onların halinden anlamaya başladı.

“Iıı…”

Zich kafasını kaşıdı ve aklından Steelwall'daki kimsenin duyamayacağı bir şey geçti.

'İleride bir şey olursa, onlara yardım eli uzatacağım.'

Bir zamanlar parçası olduğu aileye yardım eli uzatmak kötü bir şey değildi.