Novel Günleri - Bilgilendirme!

Bölümün tamamını okumak için üye olmalısınız! Üye olmak için tıklayınız.

31. Bölüm 31

Çevirmen: Andromeda / Editor: T4icho

“B-bu...!”

Anahtarı kullanmak için yaratılmış olmasa da Bellid’in ritüel gücü Grotim’in elindeydi. Bu yüzden yaptığı saldırıların bu kadar kolay bir şekilde engellendiğini gördüğünde ne diyeceğini şaşırdı.

“Eiiiih!”

Grotim, başka büyük bir güç kullanmaya hazırlanıyormuş gibi kitabın sayfalarını karıştırdı.

“Öyle duru izleyeceğimi mi sanıyorsun?”

Daha yeni yumurtadan çıkmış bir civcive benzeyen Lubella’nın yanında Weig çok görüp geçirmiş bir adamdı. Hemen düşmanıyla arasındaki mesafeyi kapattı.

“Lanet olsun!”

Grotim, bir bariyer oluşturarak kendisini korumaya alıp yürüyen ölüleri çağırdı. Ancak bu sefer çağırabildiği ölüler iskeletlerden ibaretti. Alelacele çağırdığı için bu canavarlar Weig’i durduramadı.

“Seni piç!”

Stomp!

Olağanüstü bir hareket değildi. Tek yaptığı ayağını yere vurmaktı ama bu hareket kutsal gücüyle birleşince öyle bir şok dalgası yarattı ki iskeletler paramparça oldu. Grotim morardı. Kaşla göz arasında Weig ve kendisi arasına sihirli bir duvar dikti.

Sert ve sağlam bir duvardı ama artık Grotim’in gözüne çok ince ve zayıf geliyordu. Tek bir dokunuşla yerle bir olacak bir duvar gibiydi. Ve maalesef haklıydı.

Kraşş!

Gelen darbe bir kılıç darbesi bile değildi, bir yumruktu. Tek bir yumrukla o sihirli duvar çatladı ve tuzla buz oldu.

“Eiiiiih!”

Grotim, tiz bir çığlık attı. Bir kez daha kitabın sayfalarını karıştırdı ve Bellu’nun karanlık enerjisi etrafa yayıldı.

“Şu enerjiyi yaymayı bırak. Moralimi bozuyor.”

Kes!

Kılıcıyla savurduğu hafif bir darbe ile Weig kitabı ortadan ikiye ayırdı.

“Ah!”

Weig’in kılıcından sakınmaya çalışırken Grotim kıçının üzerine düştü. Kitap elinden fırladı ve yere çakıldı.

Guuahhaaaeiiiiiih!

Kelimelerin anlaşılmadığı korkunç bir çığlık kulaklarda çınladı. Kitaptan gelmişti. İki parça olmul kitabın sayfaları kendi kendine dönmeye başladı; ve kitapların en büyük düşmanı olan su, kitabın ikiye bölündüğü kısımlardan kan misali akmaya başladı.

Weig, sudan gelen enerjiyi hissedince kaşlarını çattı.

“Bellu’nun pis bir eseri olduğu yetmiyormuş gibi sonuna kadar iğrençliğini devam ettiriyor.”

Weig, bir kez daha kılıcını savurdu. Ortadan ikiye ayırdığı kitap, şimdi dört parçaya bölünmüştü.

Ahh!

Biraz önce duyulan o kan dondurucu sesin aksine bu daha çaresizce atılmış bir çığlıktı. Son nefesini vermek üzere olan birinin atacağı bir çığlığa benziyordu.

Pop!

Kitap patladı. Porti şehrini dehşete düşüren kitap, arkasında hiçbir iz bırakmadan yeryüzünden silindi.

“A-Anahtar…!” Grotim, boş boş mırıldandı. İnanmak istemediği bir gerçek yüzüne çarpmış gibi gözleri şaşı bakıyordu.

Splaşş!

Tam o anda, yanı başındaki süs havuzundan gelen bir su sesi duydu. Bellu'nun heykelinin süs havuzuna düşerken çıkardığı sesti. Düştüğü sırada koca bir su sütunu havaya kalktı ve heykel batıp baloncukların altında kayboldu. Etrafına bakındıktan sonra Weig, dikkatini tekrar Grotim'e çevirdi.

“Anahtar, ha?

“O kitabın Sunma Ritüeli’nin anahtarı olduğunu söylemişti!” diye bağırdı Lubella.

Weig, “Yani kitap olmadan ritüeli yapamazsın, doğru mu?” diye Grotim’e sordu ama bir cevap alamadı. Grotim’in artık savaşacak gücü kalmamıştı.

“Grotim bitmiş.”

Bam!

Weig, onu tekmeledi ve Grotim sersefil bir ezik gibi yerde yuvarlandı.

‘Daha bize zarar veremez, ama önlemimi alayım.’

Weig, Grotim’in göğsüne bastı ve bir haç işareti yaparak kutsal gücünü ortaya çıkardı. Grotim, bir an nefessiz kaldı. Birkaç beyaz halka etrafını kapladı.

Grip!

Beyaz halkalar büzüldü ve Grotim’in bedenini hapsetti.

‘Artık kaçamazsın.’

Lubella yanındayken intihar etmeye bile kalkışamazdı.

‘Tam anlamıyla bir zafer.’

Bellid’in planları tamamen yerle bir olduysa Weig için savaş burada sona ermişti.

“Sör Weig!”

Weig, Lubella'nın ona doğru koşmakta olduğunu biliyordu. Kendisine doğru adeta uçan Lubella’yı şefkatle kucaklamak için ona doğru döndü.

“Oh, Leydi Lubella! Lütfen yavaş olun. Bu yaşlı adamın zavallı sırtı kaldırmayabilir.”

‘Abartma. Ölüm döşeğinde bile olsan kılıcını elinden düşürmezsin sen...’

Zich şaşkındı ama düşüncelerini kendisine sakladı. Kollarını kavuşturmuş bir şekilde Lubella ve Weig'i izledi.

"Bir yerinize bir şey oldu mu?"

“Rakiplerim fazla zayıftı. Bu kadar da ezik olunur mu? Benim gibi mezarı boylamak üzere olan yaşlı bir adamla bile baş edemediler.”

Weig'in esprili sözleri Lubella’yı güldürdü.

"Ya siz Leydi Lubella, iyi misiniz?"

"İyiyim! Sör Zich sağ olsun!"

Weig, sonunda Zich’e baktı.

“Bay Zich... sen misin?”

“Evet.”

"Galiba sana bir sürü iyilik borçluyuz. Karuwiman'ın kardeşi olarak size minnettarım."

"Sadece iyi bir iş yapmaya çalışıyordum."

"Hohoho! O zaman gerçekten de doğru olanı yaptınız.”

Zich, bugüne kadar hiç Karuwiman'lı birinin — hele ki "Tasnia'nın Ölüm Makinesinin"— ona doğru şeyi yaptığını söyleyeceğini hayal etmemişti.

‘Bir türlü alışamıyorum.’

Lubella ve Weig, Zich'e kibar kibar bakıyorlardı. Bu onu rahatsız etti.

"Acil durumu hallettiğimize göre, her şeyi detaylıca açıklayabilir misiniz?"

Weig, bir Zich’e bir de Lubella’ya bakıp durdu.

"Buraya her şeyi bilerek geldin sanıyordum."

"Burada ne yazıyorsa o kadarını biliyorum."

Weig, küçük bir kağıt parçası çıkarıp Lubella'ya uzattı.

Porti'nin üzerindeki Lanet, Lubella’ya atılan iftiralar, Bellid'in işleri vb. şeyler hakkında bilgiler vardı. Yine de hiçbir şey ayrıntılı bir şekilde açıklanmadığı için parçaları birleştirmek zordu. Aslında, Weig temkinli davranarak şehre kılık değiştirerek girmişti, ancak Lubella'nın ‘Aranıyor’ ilanını gördüğü anda aklındaki tüm şüpheler ortadan kalkmıştı.

"Kağıt, şehrin dışındaki gizli bir yere saklanmıştı. Bu kağıdı bulduktan sonraki günün akşamında Bellid'e karşı bir savaş olacağı yazıyordu. Savaşın nerede olacağını bilmediğim için tapınağın kulesine çıkıp bütün şehri taradım."

Sonra, kargaşayı duyar duymaz, gürültünün koptuğu yere doğru koşmuştu; ama malikaneyi çevreleyen yürüyen ölüler ve canavarlar onun önüne geçememişti.

Lubella, kağıdı okuduktan sonra Zich’e “Bu kağıda bunları sen mi yazdın?” diye sordu.

"Evet. Savaşı bu kağıt ortadan kaybolduktan bir gün sonra yapmaya karar verdim çünkü Grotim’in karşısına dikilmeden önce Sör Weig’in şehre geldiğinden emin olmam gerekiyordu. Ve böyle gizli bir yere saklanmış bir kağıdı ancak Sör Weig’in bulabileceğini de biliyordum.”

Bu plandan habersiz olduğu için morali bozulan Lubella, somurtarak "Savaşa girmeden önce Sör Weig ile buluşmuş olmak daha iyi olmaz mıydı?" diye sordu.

"Ya Grotim kaçsaydı? Bu tür işlerde hata yapma ihtimalini göze alamayız.”

Grotim, yanlarında Belri Weig’in olduğunu görseydi muhtemelen onların karşısına çıkmazdı. Lubella’nın anladığını görünce Zich, Weig’e dönüp “Hans’a ne oldu?” diye sordu.

“Hans mı?”

"Sana haberi ulaştıran kişi. Hizmetçim."

"Ah, ondan bahsediyorsun."

Weig’in yüz ifadesi hayra alamet değildi.

"Özür dilerim ama gerçekten bir fikrim yok. Leydi Lubella'nın tehlikede olduğunu duyunca koşarak geldim. Beni tutup o kağıt hakkında söylemesi gereken şeyleri söylemeseydi bunu da kaçırırdım.”

"Neyse, verdiğim emri güzel bir şekilde yerine getirmiş."

Lubella'ya ne olduğunu duyduktan sonra Weig'in gözleri ters dönmüş olmalı; bu nedenle, Zich, Weig böyle bir durumdayken daha fazla bilgi aktarmanın sıradan bir iş olmaması gerektiğini biliyordu.

Lubella’nın başına gelenleri öğrenince Weig’in gözü dönmüş olmalıydı. Zich, Weig o haldeyken ona laf anlatmanın ne kadar zor bir görev olduğunu tahmin edebiliyordu.

‘Hans’ın elinden iş geliyor.’

Zich, Hans'ı ona eziyet etmek için yanına almıştı ama hizmetçisi hiç beklemediği bir şekilde pek çok işte ona yardım etmişti.

"O zaman, siz gittikten sonra olan bütün olayları kısaca anlatayım, Sör Weig..."

Lubella tam ağzını açmıştı ki—

Güm!

Yer sallandı.

“Aaah!”

“…Ne oluyor?”

Lubella çığlık attı ve Weig neler olduğunu anlamaya çalıştı. Sonra, arkalarından gelen kahkaha seslerini duydular.

"Başladı! Başladı! Tanrı bu lanet şehri yargılayacak!"

Ses, yerde yatan Grotim’den geliyordu. Az önceki içi kan ağlayan halinin aksine şimdi manyak gibi gülüyordu.

Weig, derhal Grotim’in yanına geldi.

Bam!

“Ahh!”

Weig, Grotim’e yandan bir tekme çaktı ve Grotim yine yerde yuvarlanmaya başladı.

“Bunu sen mi yaptın?”

Yer hala titriyordu. Büyük bir şoktu ve Weig’in sesi çatladı.

“Ha! Evet, ben yaptım! Bunca zamandır planladığım ritüelin sonucu bu işte”

“Kendini kandırıyorsun. Elindeki Anahtar’ın işini bitirdim. O iğrenç Bellu heykeli bile suya battı. Ritüelin devam etmesine imkan yok.”

"Sizi gerizekalı piçler! Siz ritüelden ne anlarsınız!”

Bu konuda Grotim haklıydı. Şimdiye kadar, 'Sunma Ritüeli' birçok kez denenmiş ama hepsi yarıda kesilmiş ve hiçbir zaman başarılı olamamıştı. Dolayısıyla ritüel hakkında az çok bilgi sahibi olsalar da her şeyi bilmiyorlardı.

Grotim heyecanla, "Hakkında hiçbir şey bilmediğin bir ritüleli durdurmaktan nasıl bu kadar gurur duyarsın!" diye başladı, "Bodrum yeterince yaşam gücüyle dolduğu anda ritüel otomatik olarak başlar! Ve başladıktan sonra ritüeli durduramazsınız! Anahtarı ya da Bellu'nun heykelini kırsanız bile durduramazsınız! Ritüel bu şehri yutana kadar durmayacak!"

"Ama Anahtar'a çok değer veriyordun."

"Çünkü ritüeli sadece Anahtar ile yönetebilirim! Ritüel başladı çünkü artık anahtar ortada yok. Ama ritüelin nerede ve nasıl başlayacağını yönetmek için Anahtar lazım! Özellikle de çok güçlü bir anahtar lazım!"

Grotim'in Anahtar'ın gücünü çok harcamamaya çalışmasının asıl sebebi buydu. Kontrolü Valinin eline vermeseydi, güçten bu kadar tasarruf edemezdi.

"Yani, artık Anahtar bende olmadığı için ben de ritüelden kaçamayacağım!"

Grotim, öleceği kesin olduğu için dişlerini gıcırdattı. Ritüel çoktan başarıyla başlamıştı. Ama artık Bellid'e dönüp bu başarının meyvelerinin tadını çıkaramayacaktı. Öncesinde şoka girmesinin sebebi buydu.

"Ölümüm böyle olabilir ama yakında bütün dünya Bellu'nun yüce ismi ile sarsılacak! Ve Kilise adımı sonsuza kadar hatırlayacak! Hayatımı bu şekilde feda ettiğim için hiç pişman değilim!”

Grotim, söylediklerinde ciddiymiş gibi görünüyordu. Weig'in yüzü sertleşti.

“Ritüeli durdurmak için ne yapmamız gerek?”

“Yapabileceğin hiçbir şey yok! Sence bilsem de sana—!”

Krakk!

“Ahhh!”

Weig, hiç acımadan Grotim'in kollarını kırdı.

"Durdurmanın yolu ne?"

"Ha! Koskoca Belri Weig bile bu durumda çaresiz—!”

Krakk!

“Ahhh!”

“Söyle!”

"Hahahah! Ritüeli durdurmanın gerçekten bir yolu yok, bana boşuna işkence ediyorsun!"

Weig durdu. Grotim’in ağzındaki baklayı çıkarmayacağı belliydi. Aslında gerçekten de bilmiyormuş gibi görünüyordu.

‘İlk iş Leydi Lubella'yı buradan uzaklaştırmalıyım.’

Weig'in ilk aklına gelen şey buydu. Ancak, Grotim ona engel olmaya çalıştı.

"Kaçmayı aklından bile geçirme! Ritüel çoktan şehri kapladı. Kaçmanızın hiçbir yolu yok! Dışarı çıkmaya çalışsan bile ritüel seni tekrar içeri atacak!”

“Seni piç!”

Bu zamana kadar sakinliğini koruyan Weig tetiğe geçtikçe ağzından çıkan sözler de sertleşmişti.

“N-ne yapacağız, Bay Zich?”

Durum giderek kötüye gidiyordu. Lubella’nın içini endişe kapladı. Çok güvendiği Weig'in bile net bir planı ya da fikri yoktu.

“Bu zavallı adama—”

Zich, öne çıkıp kocaman gülümsedi.

“—gerçekleri göstermekten başka ne yapabiliriz ki?”

"Anlamadım?"

Zich, Lubella'ya cevap vermeyip Grotim'e yaklaştı.

"Sen."

Grotim, Zich’e dik dik bakarken gözlerinde kıvılcımlar uçuşuyordu.

"Seni piç! Sen olmasaydın her şey planlandığım gibi gidecekti!”

“Muhtemelen haklısın.”

“Ama olsun! O beş para etmez canını Bellu’ya kurban olarak sunacağım şimdi! Şansın varken şehri terk etmeliydin.”

"Dostum, nasıl da heyecanlısın."

Gerçeği söylemenin zamanı gelmişti.

"Anladığım kadarıyla ritüel başladığında bu titreşimler başlıyor, değil mi?"

“Evet, öyle!”

“Sonra ne oluyor, peki?”

“Şehrin her yerinden su fışkıracak! Bellu'nun yüce lütfunu şehre saçacak!"

"Malikanede çıkardığın su sütunları gibi mi?"

“Evet!”

Grotim, Zich'in sorularını kolaylıkla yanıtladı. Zich'in zaten öleceğini düşündüğü için sorularını yanıtlayarak onu daha da korkutabileceğini düşünmüştü.

"Peki, su sütunları titreşimlerin başlamasından yaklaşık ne kadar zaman sonra ortaya çıkıyor?"

"Hemen sonra! Bellu'nun enerjisiyle dolu suyun hareketi yüzünden her yer titriyor.”

“Anladım. Ama o zaman...”

Zich, abartılı bir tavırla etrafına baktı.

“Neden hiç su sütunu görmüyorum?”

“Ne?”

Yerde yuvarlanıyor olmasına rağmen Grotim kafasını kaldırıp etrafına baktı. Görünürde tek bir su sütunu bile yoktu.

“Na-nasıl olur? Su sütunlarının—!”

"Düşünüyorum da, titreşimler sanki azalıyor."

Weig'in sözlerini duyan Grotim yere baktı. Titreşimlerin yavaşlayıp durduğunu hissetti.

“B-bu...”

"Nedenini söyleyeyim mi?"

Sesinin tonu sanki Zich arkasında sakladığı bıçağa uzanıyormuş gibi hissettiriyordu.

Zich'in yüzündeki o nazik gülümseme Grotim’i ürkütüyordu.

"Bellu heykellerinin üzerine çizdiğim sihirli halkaları hatırlıyorsundur. Sör Weig gelene kadar zaman kazanmak için yaptığımı söylemiştim, değil mi? Yine yalan söyledim."

Zich, gözleri fal taşı gibi açılmış Grotim’e gerçeği açıkladı.

“O sihirli çemberler gerçekti. Ritüeli engelleyen sihirli bir çemberler.”

Grotim'in gözleri o kadar açılmıştı ki yuvalarından çıkacaklardı.

"Nasıldı? Umut etmek ne de tatlı bir şey, değil mi?