Üzülme be dostum gelecekte kahraman olucaksin
Novel Günleri - Bilgilendirme!
Bölümün tamamını okumak için üye olmalısınız! Üye olmak için tıklayınız.
37. Bölüm 37
Zich ve Hans dağ yolunda aşağı salındılar. Kızağı Hans çekiyordu ve kızak sürekli ağaçlara ve çalılıklara takıldığından kızağı hep kaldırmak zorunda kalıyordu. Üzerindeki ork cesetleri yüzünden oldukça ağırdı. Hans'ın kasları adeta ona isyan ediyordu. Manası da neredeyse bitikti ama Hans, antrenmanı nihayet bittiği için mutluydu.
Zich, bir yandan önlerine çıkan küçük ağacı keserken bir yandan da “Bugün nasıldı?” diye sordu. Genellikle yaptıkları 'kendini gözden geçirme' zamanı gelmişti. Hem gün boyunca yaptığı şeyleri düşünüp hem de kızağı çekmek zordu ama Hans artık alışmıştı.
“Bence bugün iyi bir iş çıkardım.”
“Yani, sınavı geçtin mi diyorsun?”
“Ha-hayır, efendim.”
“İlk orkla savaşırken baltamı doğru düzgün savuramadım bile. Şokun etkisiyle bileğim acıdı, o yüzden sonraki hamlelerim de mahvoldu. Dördüncü ork ile savaşırken, hamlelerimin arasındaki mesafeyi iyi ayarlayamadım. Gereksiz yere fazladan yarım bir adım attım, baltam neredeyse ikiye ayrılıyordu.”
“Başka?”
Hans yaptığı diğer hataları hatırlamaya çalıştı ama aklına bir şey gelmedi.
Hans, morali bozulmuş bi şekilde “Bi-bilmiyorum, efendim.” dedi. Zich bir süre hiçbir şey söylemedi. Hans, Zich'e kaçamak bakışlar atıyordu.
“Yani, üç beş hatan daha var ama sınavı geçtin. Bence önemli şeylerin farkına vardın.”
Hans derin, rahat bir nefes aldı.
“O zaman bugün başka antrenman yapmayacak mıyız?”
“Dostum, çalışmaktan niye bu kadar nefret ediyorsun? Seni zorlamıyorum bile.”
“...”
Hans bir şey dememek için dudağını ısırdı.
“Efendin olarak cömertlik yapıyorum ve sana dilediğin şeyi vermeye çalışıyorum. Hikaye kitaplarındaki kahramanlar gibi olmak istiyorum dememiş miydin? Bunu başarmanın en iyi ve en hızlı yolu benden eğitim almak.”
Hans, alkolün etkisindeyken yanlışlıkla Zich'e hayallerinden bahsettiğini hatırlayıp iç çekti.
“Kahraman olmak istiyorsan ilk önce güç kazanman gerek. Sonra kötü adamları pataklayabilirsin ve zaferinin tadını çıkarıp gülebilirsin.”
Zich, kendi kahraman anlayışını Hans'a açıkladı. Hans'ın yüzüne bakılırsa Zich'le aynı fikirde değildi ama Zich devam etti, “En önce yapman gereken şey güç elde etmektir. Kahraman mı yoksa kötü karakter mi olacağına sonra karar verebilirsin. Benim verdiğim eğitimi tamamlasan kesinlikle dünyadaki en güçlü ilk beş insandan biri olursun.”
Hans, Zich'in abarttığını düşünüyordu. Zich'in güçlü ve yetenekli olduğunun farkındaydı ama dünyanın en güçlü insanı olacak kadar güçlü olduğunu düşünmüyordu. Dolayısıyla Zich'in tecrübeye dayanarak konuştuğunu ve söylediklerinde ne kadar haklı olduğunu bilmiyordu.
“Tabii ki de ne kadar çabalarsan çabala asla benim gibi bir mega-dehayı yenebilecek seviyeye gelemeyeceksin.”
Her zaman olduğu gibi, günün sonunda Zich kendisini övmüştü ve Hans suratını astı. Yürüyüp biraz daha sohbet ettiler ve çok geçmeden önlerine çıkan ağaçlar ve çalılıklar kayboldu. Karşılarında yeşilin 'y'sinin olmadığı kül renginde bir arazi vardı.
“Ne ara buraya kadar geldik?” diye mırıldandı Zich.
Artık ağaçlar ve çimenlik alanlar gözden kaybolmuş olsa da Zich ve Hans hala rakımı yüksek bir dağın üzerindelerdi. Suol şehrinin merkezindeki Iruce Madeni denilen alandalardı.
Yakından gelen bir ses duydular. Güneş yavaş yavaş batıyordu ve bir sürü insan şehre inmek için yola koyulmuştu. Hepsi o günlük işlerini bitirmiş madencilerdi.
“Ha? Zich değil mi o?”
Madencilerden biri, üstü başı tozla kaplı genç bir adam, Zich'i tanıyormuş gibi davranıyordu. Kollarındaki damarlar o kadar belirgindi ki adeta dışarı fırlayacaklardı.
“Hey, Sam!”
Zich, kollarını salladı ve Sam isimli adam omzunda taşıdığı kazma ile ağır ağır Zich'e doğru yürüdü. Sam'in gözleri hemen üzeri orklarla dolu olan kızağa kaydı.
“Bugün sıkı çalışmışsınız.”
“Bi madenci kadar değil.”
Gülüştüler ve Hans hayret içerisinde onları izledi. Bildiği kadarıyla Zich ve Sam çok kısa süredir arkadaşlardı. Zich soylu bir aileden geldiği ve tahtın varisi olduğu için şaşırtıcıydı. İnsanlar Zich'in tahta geçecek olmasına pek sıcak bakmasa da, o hala bir soyluydu; yani, Sam gibi madenciler ve Zich gibi soylular arasında kocaman bir sınıf farkı vardı. Yine de, Zich Sam gibi biriyle arkadaşlık kurmakta hiç tereddüt etmemişti.
'Gerçekten de çok gizemli biri.'
Onlar mutlu mutlu sohbet ederken Hans'ın gözleri Zich'in sırtına daldı.
“Bugün çok yakalamışsınız. Nerede yakaladınız?”
“Buradan yürüyerek üç saatlik yolu var.”
Sam'in yüzü kaskatı kesildi. Diğe madenciler de kulaklarını kabarttılar.
“Üç saat mi?”
“Evet. Ama biz manamızı kullanabildiğimiz için sizden daha hızlı yol katediyoruz ve engebeli yollarda da daha kolay hareket ediyoruz. Aynı yol sizin hızınızla altıyla dokuz saat arası sürer.”
“Lanet olsun! Yine de çok yakındalar.”
Sam bir kez daha kızağa baktı.
“Hem de orklar! Goblinleri bilmem ama orklarla başa çıkmak aşırı zor!”
“Beni de zorluyorlar.”
“Bir orku nasıl yenebiliriz ki?”
Sam'in sözleri üzerine diğer madenciler de kendi yorumlarını yaptılar. Çalıştıkları ye, Iruce Madeni yakındaydı ama Zich canavarları yürüyerek dokuz saat uzaklıkta bir yerde bulduğunu söylemişti. Üstelik, bu canavarlar goblinler gibi zayıf tiplerden değildi, orktu.
“Bir sonraki Canavar Temizliği ne zaman?”
“Önümüzdeki ay”
"Tarihi ileri alamazlar mı?"
“Ona biz nasıl karar verelim? Tarihi yöneticiler ayarlıyor, bizim sözümüzün geçeceği bir konu değil.”
“Ama yapabileceğimiz bir şey illa ki vardır. Canavarların çoktan bu kadar yaklaşmış olması büyük bir sorun.”
“Bu sorunları önceden nasıl çözüyorlardı?”
Madenciler kendi aralarında ciddi bir tartışmaya girdiler. Sam de başını kaşıyordu.
“Lanet olsun! Maden zaten karmakarışıktı, bu sorunla beraber iyice karıştı.
“Bir şey mi oldu?” diye sordu Zich.
“Sabah madene vardığımızda depoladığımız mallarımızın bazısı kayıptı bazısı da dağılmıştı.”
“Belki de size öyle gelmiştir ya da vahşi bir hayvan gelmiştir.”
“Hayır, hayal görmedik. Defalarca kontrol ettik. İlkten biz de vahşi bir hayvanın işi olabilir diye düşündük ama insanlar canavarların eskisine nazaran daha hızlı hareket edip bize yaklaştığından korkuyor.”
“Canavarlar buralara kadar gelseler bile madenlerin etrafında takılacaklarını sanmıyorum.”
“Umarım haklısındır. Belki de gerçekten de vahşi bir hayvan yapmıştır. Ya da bir Maden Canavarının işidir”
“Maden Canavarı mı?”
“Nesillerdir Suol halkının dilinde dolaşan eski bir hikaye.”
Sam arkasına baktı. Meslektaşları hala ciddi ciddi tartışıyorlardı.
“Sonra anlatırım. Bu ciddi bir mesele, benim de tartışmaya dahil olmam gerek. Unutmadan söyleyeyim, bilgi için sağ ol.”
“Bana bir içki ısmarlarsın.”
“Cebimi yakmayacaksa.”
Sam aceleyle iş arkadaşlarına katıldı.
'Bayağı ciddi bir mesele olmalı.'
Hans, sadece Zich'in emirlerini takip ederek yakalamayı başardığı orkların böyle ciddi ve büyük bir meseleye dönüşeceğini düşünmemişti. Henüz sırf savaş deneyimi edinmek için orklarla dövüşmeye başlamış Hans için o kadar ilerisini düşünmek zordu.
“Herkesin kendine göre bir derdi var. Bizim kendi derdimizle ilgilenmemiz lazım. Yola devam edelim.”
Bunun üzerine Hans tekrar kızağın kolunu tuttu.
“Şey...”
Utangaç bir ses Zich ve Hans'a seslenmişti. Sesin geldiği yöne kafalarını çevirdiler. Sam'den çok da farklı görünmeyen üç madenci duruyordu; üstleri başları toz içindeydi ve genç görünüyorlardı. Adamlardan biri Zich'ten iki üç yaş küçük duruyordu.
“Gezgin misiniz?”
Gezgin— Genç adam bu kelimeyi öyle bir romantizm ile söylemişti ki sanki kimsenin bilmediği yerlerdeki zindanları keşfeden, ejderhalara boyun eğdiren ve güzel prensesleri kurtaran bir hikaye kitabının ana karakterini tarif ediyordu. Ancak hepsi bir masaldan ibaretti.
Gerçek hayatta, çoğu gezgin ya bir kumarbaz ya da bi haydut olup çıkıyordu; çıktıkları seyahatin birinde parayı bulma umuduyla oradan oraya sürükleniyorlardı. Hikaye kitaplarındaki gibi adalet duygusu güçlü insanlar da değillerdi, pek çoğu maddi sıkıntılardan ötürü yol kesen eşkıyalara dönüyordu. O yüzden birçok insan gezginlere iyi gözle bakmıyordu. Ancak Zich ve Hans'a gezgin olup olmadıklarını soran madenci hala masallara inanıyormuş gibi duruyordu.
“Hayır, değiliz.”
Hiçbir planları olmadan dünyayı dolaşıyor olsalar da Zich ve Hans, henüz gezgin olmaktan çok uzak bir ikiliydi.
“Dünyayı dolaştığınızı duydum...”
Genç adam hala tartışmakta olan madencilere doğru baktı. Gözleri Sam'in üzerindeydi. Görünüşe göre bunu ondan duymuştu.
“Evet öyle, ama sen kimsin?”
“Ah! Kendimi tanıtmayı unuttum. Benim adım Snoc.”
“Ben de Zich.”
“Acaba bana gezdiğiniz yerlerden bahsedebilir misiniz?” diye sordu genç adam. Kendisi hayallerine ulaşamadığı için gözleri hayranlıkla doluydu.
“Hey, Snoc! Ne yapıyorsun sen? Gitmemiz lazım!”
“Bu adama bir şey sormam lazım—!”
“—Saçma sapan konuşma! Onların da kendilerine göre işleri var! Güneş batmak üzere, niye onları oyalıyorsun?” diye bağırdı Sam. Snoc da onları rahatsız ettiğini düşünmeye başlamış olacak ki pişman bir ifadeyle geri çekildi.
“Bir daha karşılaşırsak gezdiğiniz yerler hakkında bir şeyler duymayı çok isterim. Lütfen, n'olur.”
Ardından, Snoc hızlıca uzaklaşarak madencilerin arasına katıldı ve dağdan aşağı inmeye başladı. Zich, uzaktaki madencilere bakıp Hans'ın omuzlarına vurdu.
“Biz de yola koyulalım.”
Hans, kızağın koluna yapıştı.
* * *
Zich ve Hans bir süreliğine Suol'de kalıp antrenman yaptılar. Hans şoke edici bir hızda ilerleme kaydediyordu; ama yine de Zich'in hızına yetişmesi mümkün değildi.
Ziiing!
Mana, Zich'in vücudunda özgürce dolaştı. Eskiden ne zaman manayla dolsa eklemlerinden ses gelirdi, ama artık öyle bir problemi kalmamıştı. Zich manasını birden durdurup gücünü iki katına çıkarmayı denedi.
Tvitch!
Zich hafifçe titredi, manasının akışını kesti.
'Biraz daha zaman lazım.'
Ama yakında bunu başarabilecek düzeye gelirdi.
'Geç kalmayacağım.'
Suol'un başına gelecek felaket her geçen gün yaklaşıyordu. Zich, o zamana kadar hazırlıklarını tamamlamayı planlıyordu.
Puşş!
Zich bunları düşünürken Hans her zaman olduğu gibi canavarları avlamakla meşguldü ve okun birini parçaladı. Zich'in sahip olduğu gücü kullanabilmeye tamamen alışmak üzere olması gibi Hans da canavar avlamaya alışmak üzereydi. Güneş batıyordu. Hans, üç beş ork cesedini kızağa yüklerken Zich bağırdı, “Gidelim!”
Dağdan aşağıya doğru inip Canavar Yok Edicilerin dükkanına girdiler. Dükkan, şehirden biraz uzakta kalıyordu çünkü dükkana sürekli canavar cesetleri girip çıkıyordu, bu yüzden böyle bir dükkanı insanların yaşadığı yere yakın bir yere kuramazlardı.
“Hey, bugün de geldiniz.”
Kaba saba, haydut kılıklı orta yaşlı bir adam onları karşıladı. Bu şubenin yöneticisiydi ve adı Paul Chenu idi.
“Bugün kaç tane yakaladınız?”
“Altı tane ork, üç tane de goblin.”
Zich'in cevabı üzerine Paul Chenu kaşlarını çattı.
“Hay lanet olsun! Giderek çoğalıyorlar. Nerede buldunuz?”
“Normal bir insana göre altı saatlik yürüme mesafesi var.”
Hiç de uzak değildi, Paul Chenu başını salladı.
“Ah! O adamları iyi ki çağırmışım.”
“O adamlar derken?”
“Bu sefer deneyimli gezginlere ve paralı askerlere haber vermiştim. Canavar temizliğini bir sonraki ay yapacaklar ama canavarlar neredeyse kapımıza dayandı. Madeni kapatamayacağımıza göre bu işin çaresine kendimiz bakmak zorundayız.”
Tam o anda biri dükkana girdi.
“Adamlarımdan biri.”
Paul Chenu çenesiyle yan tarafa doğru işaret etti.
Dükkanın girişinde ağır zırhlı bir adam vardı. Duruşu bozuktu ve tavırları hiç arkadaş canlısı durmuyordu.
“Hey Drew! Sonunda geldin mi?”
Paul Chenu kollunu kaldırıp onu selamladı ama adam, Uljon Drew yalnızca hafif bir şekilde başını salladı. Kaba bir insan olduğu her halinden belliydi ama Paul Chenu sadece omuz silkti. Bu işte bu adam gibi kaba saba insanlar çoktu.
'Eh, bu adam kadar kabası zor bulunur ama.'
Tabii ki de Paul Chenu bu düşüncesini dile getirmemişti.
“Bugün çok yakaladın mı?”
Drew parmaklarının arasından bir şey çıkardı; avuç büyüklüğünde küçük bir kutuydu. Ahşap bir kutuya benziyordu ve üzerinde ilginç semboller vardı. Kutuyu açtı. İçinden bir şey fırlayıp yere düştü.
Pat!
Ağırdı. Kutunun boyutuna bakılacak olursa içinden çıkan şeyin sesi fazla yüksekti ama düşen şeyin ne olduğunu görenler bunun sebebini çok iyi anlayabilirdi. Bunlar o küçücük kutudan çıkmış olamazdı.
“Sihirli bir eser.”
Zich'in söylediğini duyunca Hans'ın gözleri şaşkınlıktan kocaman oldu.
“O şey mi?”
“Hacmi ve ağırlığı ne olursa olsun her şeyi taşıyabilen bir objeymiş gibi duruyor. En çok görülen sihirli eserlerden biri. Yine de her yerde bulabileceğin anlamına gelmiyor, tabii.”
Hans bir kutuya bir de içinden çıkanlara baktı.
“Bunlar obje sayılır mı?”
Kutunun içinden çıkan şey canavar cesetleriydi. Çoğu orklara ve goblinlere aitti ama aralarında troller gibi orta seviye canavarların cesetleri de vardı. Sayı bakımından oldukça fazlaydı.
“Tabii ki de sayılabilir. Beden yalnızca yaratık yaşarken canlı bir varlıktır. Yaratık ölünce bedenin bir et parçasından farkı kalmıyor. İnsanlar için de aynı şey geçerli.”
Hans iğrenerek kaşlarını çattı.
“Her zamanki gibi formunda.”
Paul Chenu canavar cesetlerini incelerken hayranlığını dile getirmekten kendisini alamadı. Ama dahası da vardı.
“Peki bu canavarlar neredeydi? Özellikle de troller. Sizce bir aya kadar şehrin ya da madenlerin yakınlarına ulaşırlar mı?”
Bu çok önemli bir soruydu. Goblinle ve orklar gibi alt seviye canavarlar ile troller gibi orta seviye canavarlar arasında dağlar kadar fark vardı. Şehrin güvenliğini korumak için durumu önceden analiz etmek gerekiyordu. Ancak Drew sanki dünya umurunda değilmiş gibi Paul Chenu'ya bir bakış atıp kafasını çevirdi.
“Ne kadar ödeyeceğini hesapla. Akşama hazır olsun.”
Sonra kendisini dükkandan dışarı attı.
“Hı, ne? Hey! Hey, Drew!” Paul Chenu adama seslendi ama Drew arkasını bile bakmadan oradan uzaklaştı.
“...Bir insan nasıl böyle olabilir aklım almıyor?”
“Niye?”
Şaşkınlık içerisinde olan Hans'ın yanında Zich hiçbir şey olmamış gibi bakıyordu.
“Yani, tavrı sizce de çok kaba değil mi, efendim?”
“Niye abartıyorsun? O kadarından bir şey olmaz.”
Kendisi konuşurken karşısındaki yeterince dikkatli dinlemedi diye onun omurgasını yerinden çıkaran, yan baktı diye bir başkasının gözünü oyan ya da görünüşü hoşuna gitmedi diye o kişinin kafasını uçuran insanların yanında Drew'un hareketleri sinir krizi geçiren küçük bir çocuğun hareketlerinden farksızdı.
“Ayrıca, Drew'un kabalığı sana değildi. Onu öldürmekle iyi bir iş yapmış olmam bence, yaptığı o kadar da kötü bir şey değil.”
“Efendim, bu kişi aynı tavrı size göstermiş olsaydı, nasıl tepki verirdiniz?”
Hans'ın bu soruyu sormasının nedeni Zich'in 'Kabalığı sana değildi.' demesiydi.
“Kafasını yarardım. Bu da soru mu?”
Her zamanki gibi Zich, Zich'ti.
“Ama bu kibar bir davranış olmazdı, değil mi? Hayır, hayır. Biri kaşınıyorsa başka birinin gelip de kafasını yarabileceğini hesaba katmalı, değil mi? Hm, o durumda kesinlike benim bi suçum kalmaz— sonuçta nefsi müdafaa olur. O zaman bir sorun yaşamam herhalde.”
Evet, haklıydı. Hans, Zich'i anlamak için çaba harcamaktan vazgeçip sessizce kaderini kabullenmeyi seçti.