Vay aptal snoc seni yem olarak kullanır kesin bu
Novel Günleri - Bilgilendirme!
Bölümün tamamını okumak için üye olmalısınız! Üye olmak için tıklayınız.
39. Bölüm 39
Bam. Bam.
Snoc'un ayakları adeta ağırlaşmıştı ve hiç enerjisi yoktu. Omuzlarında ağır bir yük taşıyormuş gibi vücudu iki büklümdü.
'Ah, aletlerimi unuttum.'
Hiç düşünmeden kendisini dışarı attığı için kazmasını ya da diğer aletlerini alamamıştı. Başını iki elinin altına alıp yere oturdu.
'Aletlerime muhtemelen bir şey olmaz, ama...'
Sam hep onun yanında olmuştu. Abi kardeş gibi büyümüşlerdi. Muhtemelen Sam onun için aletlerine göz kulak olurdu. Ama bu tartışmadan sonra Sam'in yüzüne bakmak zor olacaktı.
'Onunla konuşmak bir süre çok zor olacak.'
Ama Snoc'un başka şansı yoktu. Alet edevatı olmadan madencilik yapamazdı. Sam muhtemelen birkaç bu konuyu açıp başını şişirirdi ama kalkıp ona hakaret etmezdi. Sam, Snoc'u önemsediği için başını şişiyordu. Snoc da Sam'in söylediklerinin hayallerinden çok daha gerçekçi ve mantıklı olduğunun farkındaydı.
Ama...
'Ama yine de gezgin olmak istiyorum.'
Snoc, hayalinden vazgeçemiyordu. Moralini düzeltmek istercesine enerjiyle ayağa kalktı. Var gücüyle yürümeye başladı. Omuzlarını kaldırdı ve üzülmeyi bırakıp şarkı söylemeye başladı, “Öfkeli eski bir varlık kocaman bir dalga gibi üzerimize geliyor. Daha önce görülmemiş bir felaket bu.”
Snoc, şarkısını söylerken garip bir hisse kapıldı. Sözler yüreğindeki acıyı yumuşatmaktansa onu duygulandırıyordu. Aldırmayıp şarkı söylemeye devam etti. En sevdiği şarkıydı.
“Onu görenler tir tir titriyor. Onun göbek adı korku.”
Bam!
Snoc'un gözünde yıldızlar dönmeye başladı. Yere çakıldı ve kıçı acıdı. Acıyan yeri ovalarken ona çarpan adama baktı.
Karanlığın içinde biri vardı. Adamı görünce Snoc'un içi bir anlığına hayranlıkla doldu. Tam da hayal ettiği gezginlere benziyordu. Üzerinde kalın deri bir zırh vardı ve uzun bir kılıç taşıyordu.
“Sen Snoc'sun, değil mi?”
“Evet?”
Snoc bu adamı hayatında hiç görmemişti ve adını bildiği için şaşırdı. Ama adam Snoc'un ne düşündüğü umrunda değilmiş gibi gülümsüyordu. Gülümsemesinden insanın tüylerini ürperten bir şey vardı.
“Bir gezgin olmak istediğini duydum.”
* * *
Hans ve Zich her gün yaptıkları gibi yine canavar avına çıkmıştı. Aslında, canavarlarla savaşmak için canla başla çalışan kişi Hans'tı. Sam ve Paul Chenu canavarların giderek çoğaldığı konusunda haklılardı çünkü karşılaştıkları canavar sayısı giderek artıyordu. Bu antrenmana ihtiyacı olan Hans'ın işine gelse de Suol halkı için hiç de iyi bir durum değildi.
“Haaaap!” Hans haykırarak kılıcını savurdu. Gücünü verdiği kılıç trollün boynunu çizdi.
Fışşşş!
Trollün boynundan kan fışkırdı ve boğazını doldurdu. Troll, doğru düzgün çığlık bile atamadı. Ama trollerin harika bir iyileşme yeteneği vardı ve yaraları çabucak iyileşti.
“Hap!”
Hans bir kez daha haykırdı. Kılıcı havada uçtu. Trollün kollarından kaçıp bir kez daha boynunu hedef aldı.
Kes!
Hans hem trollün boynunu hem de boynunu tutan elini aynı anda kesip attı. İyileşme yetenekleri ne kadar iyi olursa olsun hiçbir troll kafasız hayatta kalamazdı.
Pat!
Troll yere serildi. Hans oflayıp puflayarak alnındaki teri sildi.
“Küçük trolleri kolayca yakalayabiliyorum artık.”
Zich sessizce onu izliyordu. Ona doğru yürümeye başladı. Gerçekten de şaşkınlık içerisindeydi. Steelwall'da yaşarken Hans hayatında bir kere bile eline kılıç almamıştı ve bütün zamanını ev işi yaparak geçirmişti. İlk zamanlarda tek bir goblinle savaştıktan sona bile nefes nefese kalmıştı.
Ama şimdi Hans bir trollü, her ne kadar yetişkin bir troll olmasa da, yenecek hale gelmişti. Hans bile bir trollü alt edecek kadar güçlendiğine inanamıyordu. Ne kadar güçlü olduğunu görmek istermiş gibi yumruklarını sıktı.
Flutter!
Çalılık sallandı. Hans hemen pozisyon alıp kılıcını kaldırdı. Duruşa geçmişti ama Zich onu durdurmak için elini kaldırdı.
“Kılıcını indir. Canavar değil.”
Zich, çalılığın arkasındakilerin kim olduğunu biliyordu. Hans kılıcını indirdi.
Çalılıktan iki kişi çıktı. Bu kadar farklı iki insanı bir arada görmek garipti.
Zich, tanıdık gelen kişiye, “Hey, sen Snoc değil misin?” diye seslendi. Snoc, kendi adını duyunca şaşırmış gibi zıpladı ve Zich'e baktı. Suçüstü yakalanmış bir çocuk gibi duruyordu.
“Ne yapıyorsun? İlerlesene.”
Snoc'un arkasındaki kişi alçak bir ses ile söyleniyordu. Adamın ses tonu Snoc'u küçümsüyor gibiydi.
Snoc irkildi ve Zich arkasındaki kişiye baktı.
'Drew denen gezgin değil mi o?'
Bir sonraki canavar temizliğine kadar canavarları azaltmak için iş yapan gezginlerden biriydi.
'Huysuz birine benziyor, tam bir gezgin gibi.'
İkisini bir arada görmek şaşırtıcıydı çünkü bir gezgin ile bir madencinin hiçbir ortak noktası yoktu. Drew, Snoc'u ilerlemesi için itekledi ama Zich ve Hans'ı görünce o da duraksadı. Drew'ün gözleri durumu değerlendirirken fıldır fıldır dönüyordu, ama Hans'ı kan ter içinde küçük bir trollün yanında dururken görünce hafifçe gülümsedi.
“Küçücük bir trollü bile kıl payı yere sermiş şu eziğe bak.”
Hans, hiç beklemediği bir anda hakarete uğrayınca afalladı. Snoc da şaşırmıştı. Yüz ifadesi değişmeyen tek kişi Zich'ti.
'Hmm, doğru, Hans ezik.
Zich, Drew'un yorumuna karşı çıkmadı, onunla aynı fikirdeydi. Ama ettiği hakareti gözden gelecek değildi.
'Eziğin teki bile olsa, efendisi olarak yalnızca ben ona ezik diyebilirim.'
“Daha yeni eğitime başlamış birine ezik diyen bok beyinliye bak.”
Drew'un gülümsemesi anında bozuldu. Başını çevirip keskin gözlerini Zich'e dikti.
“...Bana ne dedin sen?”
“Sadece beynin değil kulakların da mı arızalı? Birine bakıp ne olduğunu da anlayamıyorsun, yani gözlerin de bok gibi. Tüh, hasta biri olduğunu anlayamadım. Boş yere hakaret etmiş oldum. Gerçekten özür dilerim.”
Zich başını eğdi. Af diliyormuş gibi yapıyordu ama herkes samimi olmadığının farkındaydı.
“Bu piç canına susamış!”
Drew, sırtındaki devasa kılıcı çıkarıp eline aldı.
“Hey, yapma ama. Kibar bir hayat yaşamak istiyorum ben. Gözü, kulağı ve beyni arızalı acınası bir piçle dövüşmek istemiyorum.”
Söylediklerinin aksine Zich de hemen kılıcına yapışmıştı. Ortam bir anda gerildi.
“Bi-bir saniye!” Snoc araya girdi. “Lü-lütfen bir sakinleşin!”
“Çekil!”
Drew dik dik Snoc'a baktı. Anında Snoc'un sırtından terler akmaya başladı ama geri adım atmadı.
“Benim hatrım için söylediklerini duymazdan gelemez misin? Bu kişi benim bir dostumun arkadaşı.”
Sonra Snoc arkasını dönüp Zich'e baktı.
“Bay Zich'ti değil mi? Siz de sakin olamaz mısınız? Bu kişi benim hocam!”
“Hocan mı?”
Zich, Drew'a baktı.
'Hoca olarak bu piçi mi seçmiş? Bu serseri o kadar yetenekli bile değil ve bok gibi bir karakteri var.'
Ondan tek öğrenebileceği şey kavgalara karışıp argo konuşmaktı. Sonra bir ses daha duyuldu.
Şşşş!
Çalılık bir kez daha sertçe sallandı. Hans ve Snoc korkup sıçradılar. Zich ve Drew ise anca başlarını çevirdi.
Bam!
Pis yeşil bir ayak göründü. İğrenç suratlı devasa bir troll ortaya çıktı. Sonra kocaman bir kahkaha patlattı. Troll, karşısında avlayabileceği bir sürü insan gördüğü için mutluydu.
'Kocaman.'
Troll hırlamayı kesti; bu canavar Hans'ın alt edebileceği türden değildi. Zich tam trollü öldürmeye hazırlanıyordu ki Drew ileri adım attı.
Homurtu!
Drew kılıcı elinde trolle doğru ilerledi. Kılıcı parlıyordu.
Oohvaaaaa!
Troll bağırıp Drew'a hücum etti. Kocaman kaslarıyla oldukça vahşi görünüyordu. Zich, kılıcını kınına geri koydu. Sonra, kollarını kavuşturup Drew'u izlemeye başladı.
Krakk!
Trollün sopasını aşağı indirdi. Ot ve toprak parçaları her yere saçıldı. Yerde kocaman bir çukur açılmıştı. Ama Drew çoktan kaçmayı başarmıştı.
“Haaap!”
Drew kılıcını savurdu. Gümüş kılıç güneşin altında ışıl ışıl parladı.
Kes!
Trollün omzunda derin bir kesik açıldı.
Kuaaaaak!
Troll acı içerisinde öfkeyle bağırdı. Sopasını daha da şiddetli bir şekilde savurmaya başladı.
Svoosh!
Üstelik trollün yaraları da hızlı bir şekilde iyileşiyordu. Ama Drew sakinliğini koruyup kılıcını sallamaya devam etti. Bir yara iyileşince iki tane daha yara açıyordu; o iki yara iyileşince, üç yerinden yaralıyordu. Drew'un ardı arkası kesilmeyen hamleleri yüzünden troll giderek hareket etmekte zorlanıyordu.
“Hup!”
Drew bir kez daha trollün yaptığı hamleden kaçtı ve sanki elinde bir balta varmış gibi kılıcını indirerek trollün kolunu kesti.
Kraşh!
“Ahhhhhhhh!”
Kılıç trollün kolunu yarısına kadar kesmişti. Drew'un şimdiye kadar açtığı en büyük yaraydı. Troll titrerken Drew kılıcını iyice derine soktu.
“Haaap!”
Sonra Drew haykırarak trollün boynunu hedef aldı.
Slice!
Devasa kılıcı trollün boynuna girdi. Hamlesini geniş bir açıyla yapmıştı ve trollün kafasını kesip atmak üzereydi.
Öhöö!
Troll dilini dışarı çıkarıp öksürmeye başladı ama Drew gücünü iyice kılıcına verdi.
Svoosh!
Trollün yara bere içerisindeki kafası havaya uçtu ve yere çakıldı.
Svish!
Hava atıyormuş gibi Drew abartılı bir tavırla kılıcını tekrar sırtına aldı. Kan içinde yatan bir trollün önünde poz verirken biraz havalı duruyordu. Hans da onu bir hoca olarak gören Snoc da Drew'a hayranlıkla baktı.
'Şuna bak, alt tarafı bir troll için bu kadar hava atıyor.'
Tabii ki de Zich'i etkileyememişti. Drew tek bir trollü yere serebilmek için bu kadar çaba sarf etmişti, şimdi de havalı görünmeye çalışıyordu. Zich, bir trollü öldürebilmek için bu kadar uzun süre uğraşmak zorunda kalsa utançtan yerin dibine girerdi.
Svoosh!
Trollün cesedi Drew'un sihirli kutusuna girip gözden kayboldu. Sonra Drew kutuyu cebine attı. Bir Hans'a bir de onun önündeki küçük trolle baktı. Son olarak Zich'e bir bakış attı.
“Hmph!”
Drew, değerli zamanını Zich'le harcamayamazmış gibi arkasını döndü.
“Gidelim.”
Drew, sırtındaki kılıcı düzeltip yürümeye başladı. Snoc da hemen arkasından yürüyordu. Snoc, Zich'e özür dilermişçesine baktı ve bir kez başını eğdikten sonra ormanın içine girip gözden kayboldu.