Bölümde neden açık değil yazısı var aylık kitaplara dahil değil mi.
Elinize sağlık teşekkürler.
Novel Günleri - Bilgilendirme!
Bölümün tamamını okumak için üye olmalısınız! Üye olmak için tıklayınız.
42. Bölüm 42
Sam, Hans’ın getirdiği iksirler sayesinde tamamen iyileşmişti. Bir değil, ancak üç iksir bunu başarabilmişti.
Ama Sam’in bilinci hemen açılmadı. Beynine de darbe aldığı için bilincinin yerine gelmesi en az birkaç günü bulacaktı. Sam’i sağ salim evine gönderdikten sonra Zich, Canavar Yok Edicileri Binasının önünde duvara yaslanıp beklemeye başladı. Kimi beklediği belliydi.
Paul Chenu birkaç kez dışarı çıkıp, “Hey, cidden, bu kavgaya karışmamız akıl karı değil. Sam dediğiniz adam iyileştiği için emniyet görevlileri Drew’a ağır bir ceza vermezler artık.” dedi.
Üst düzey görevlilerin gözünde kurban yalnızca bir madenciydi. Üstelik, olay şehrin dışında yaşanmıştı. Bu yüzden görevlilerin canla başla bu anlaşmazlığı çözmek için uğraşmasını gerektirecek bir durum yoktu.
“Burada olay çıkartıp binaya zarar verirsen başımız belaya girer. Burası önemli ulusal bir kurum.”
Bina, madencinin canından daha önemliydi. Bu şaşırmaya gerek yoktu çünkü bu dünyada insan hayatı ucuzdu. Zich de bunu biliyordu ve şikayet etmedi.
“Merak etme. Bu meseleyi etrafa zarar vermeden çözeceğim.”
“Bir de, Drew’u öldürürsen de başımız belaya girer. Bizim işe aldığımız gezginlerden biri ne de olsa.”
“Tabii ki de. İnanmazsan inanma ama ben kibar bir hayat yaşamak istiyorum. Birinin canına o kadar kolay kıymayacağım, yani endişelenme.”
Söylediklerinde ciddi olduğunu göstermek istermiş gibi Zich, Paul Chenu’ya kocaman gülümsedi.
“...O gülümseme beni pek de rahatlatmadı.”
Paul Chenu irkilip bir geri adım attı.
“Her neyse, eninde sonunda bizi bu işe bulaştırma yeter.”
Paul Chenu’nun onu sık boğaz etmesinin asıl sebebi buydu; kendisini tehlikeli ve karmaşık bir meselenin içerisinde bulmak istemiyordu. Zich, Paul Chenu’nun her şeyden önce kendisini düşünmesini ayıplamamıştı.
“Tabii.”
Paul Chenu söyleyeceği her şeyi söylemiş olmasına rağmen içeri girmedi ve Zich’e baktı.
Zich, tam Paul Chenu’ya istediği başka bir şey olup olmadığını soracaktı ki Paul Chenu ağzını açtı, “Onu alt edebileceğine güveniyor musun? Bizim adamlarımız özellikle onu işe aldı. Paralı askerler arasında bile çok yetenekli biri. Vasat yeteneklerinle ona saldırırsan dayağı yiyen kişi sen olursun.”
Zich gözlerini kırpıştırdı. Paul Chenu’ya sanki tuhaf, yeni bir yaratık görmüş gibi bakıyordu.
“Ba-bana niye öyle bakıyorsun?”
“…Ah, Sanırım. Evet. Doğru, öyle düşünmen normal. Hiç beklemediğim bir şey söyledin o yüzden biraz şaşırdım.”
“Cidden, senin sorunun ne? Yenilebileceğin aklından hiç geçmedi mi?”
Zich kafasını salladı. Şimdi şaşırma sırası Paul Chenu’daydı. Zich’in kendisine olan güveni tavan yapmıştı.
‘Hayır, düşününce, Drew da çok burnu havada biri. Bütün gezginler ve yollarda gezenler böyle mi?’
Paul Chenu’nun evi ve işi onun için inanılmaz önemliydi. Paul Chenu, ne olursa olsun kariyerine ve görüşlerine hayatının sonuna kadar dört kolla sarılmakta kararlıydı.
* * *
İki üç üst üste canavar öldürmek sık yapılan bir şeydi. O yüzden Zich binanın önünde birkaç gün beklemeyi planlıyordu.
Ama neyse ki şanslıydı ve o kadar uzun süre beklemesine gerek kalmadı. Sam’e saldırdığı günün ertesi Drew binaya geldi.
O gün Paul Chenu, Zich’in hala binanın önünde beklediğini görünce şaşırmıştı ve hemen içeri girmişti. Öğleden sonra Hans, Zich’e yemesi için hafif bir yemek getirmişti. Zich yemeğini bitirdikten sonra heykel gibi binanın önünde dikilmeye devam etmişti.
Güneş batmak üzereydi. Gölgeler uzuyor, masmavi gökyüzü sarıya çalmaya başlıyordu. Zich’in yarı kapalı olan gözleri birden kocaman açıldı. Gözlerinde bir ışıltı vardı. Yakınlarda birinin olduğunu hissetti — çok görmek istediği biriydi bu.
‘Geldi.’
Zich, göğsünde kavuşturduğu kollarını açtı ve duvara yaslanmayı bıraktı. Biraz sonra binaya doğru yürüyen birini gördü.
Bu kişi Drew’du.
Drew’un adımları hafifti; yaptığı akıl almaz şeylerden hiçbir suçluluk duymuyormuş gibi görünüyordu. Sanki ağrıyan bir dişini çekmiş de rahatlamış gibi tasasız ve mutlu bir hava vardı üzerinde. Zich’e bakmaya dahi tenezzül etmeden yok ediciler binasına girmeye çalıştı.
“Dur.”
“Ha?”
Drew yüzünü buruşturdu. Ama kendisini durduran adamı görünce alaycı bir şekilde gülümsedi.
“Bak sen, kimmiş bu? Sen daha gelişimini bile tamamlamamış bir trollü alt etmek için dahi dakikalarca uğraşan o muhallebi çocuğunun arkadaşı değil misin?”
Drew’un hemen onu aşağılamaya başlaması hiç de şaşırtıcı değildi ama Zich’in yüz ifadesi değişmedi.
“Antrenmanlarına daha yeni başladığını söylemiştim...yani, neyse. Zaten sen kafadan hasta değil misin? Sana geçen sefer ne dediğimi hatırlamaman çok normal. Üzüldüm. Aptallığın karşısında daha anlayışlı olmalıydım.”
Zich’in özür dilediğini görmek bir mucizeye tanık olmak gibiydi. Ama bu düzgün bir özür dileme değildi.
“Kendine bu kadar yüklenme. Hasta olmak ayıp değil. Böyle yaşamak çok zor olsa bile hayata negatif bakmamalısın. Anlıyor musun? Neşelen!”
Zich konuşmaya devam ettikçe Drew’ün yüzündeki ifade bozuldu. Zich onu ‘neşelendirmek’ için yumruklarını sallayınca Drew’un yüzü neredeyse patlayacak gibi görünüyordu.
“Geçen sefer de bunu aklımdan geçirmiştim ama seni gerçekten de iyice ezmem gerekiyor. O çokbilmiş dilini de kessem iyi olacak.”
Drew kılıcını çıkarınca Zich de kendisininkini çıkardı.
“İkilemde kaldım! Hasta biriyle dövüşmek istemiyorum!”
Zich gülerek konuşmaya devam etti. Ama hemen sonra yüzü ciddileşti.
“Ama bir şeyden emin olmam lazım. Sam’e dayak atan sen miydin?”
“Sam mi?”
“Snoc denen çocuğun kıçına tekmeyi bastıktan sonra seni şikayet etmeye gelen adam işte.”
“Ah, o pislik mi?” Drew, inkar etmemişti. Tam tersine Sam’i aşağılayıp gülmüştü, “Demek o yüzden beni bekliyordun. O çöp yığınının intikamını almaya mı geldin?”
“Şimdilik. O benim arkadaşım.”
“Arkadaşın mı?” Drew kahkaha attı. “Süt çocuklarıyla takılan birinden de bu beklenirdi! Eziklerle arkadaşlık yapıyorsun. Hayır, hayır— bu harika. Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş! Evet! Hepiniz ezikler gibi yerlerde yuvarlanmalısınız! Her şey bir arkadaşla daha iyi olmaz mı? Öyle değil mi?”
“Sen nasıl birisin böyle? Bir insanın ne kadar yetenekli olduğuna arkadaşlarının yeteneklerine bakarak karar veren insanlardan mısın sen?”
“İt ulur, birbirini bulur! Takıldığın insanlara bakarak ne kadar güçlü olduğunu bilebilirim!”
“Tamamen yanlış. Eh, bu senin seviyendeki birinin bilebileceği bir şey değil herhalde.”
Zich, dilini şıklattı ve devam etti, “Kulağını dört aç dinle. Senin gibi vasat insanlar kendilerine benzeyen insanlarla arkadaş olurlar ki işlerine yarayacak tanıdıkları olsun. Senin gibiler arkadaşlarını sosyal statülerine ya da yeteneklerine göre seçer. Ama benim gibi insanlar farklıdır.”
Zich, sosyal normlara hiç de aldırmıyordu.
“Arkadaşımın statüsü ya da ne kadar yetenekli olduğu beni ilgilendirmez. Niye biliyor musun? Çünkü ben bir süper dahiyim ve kimsenin yardımına ihtiyacım yok. Takıldığım insanlara bakıp benim ne kadar yetenekli olduğum hakkında kendilerince bir yargıya varan aptal ve saf insanlarla uğraşmama gerek yok. Standart ya da statü benim neden umurumda olsun ki? Yalnızca eğlenebileceğim insanlarla arkadaşlık yapmayı umursuyorum ben.”
Zich, kılıcını Drew’a doğru doğrulttu.
“Senin gibi birinin bunu bilmesini beklemiyorum. Sen sadece insanları basamak olarak kullanmaktan anlarsın.”
“Kuru gürültü yapıyorsun.”
“Genelde insanlar sözlerimin altında yatan derin anlamı kavrayamadıkları zaman böyle şeyler söylerler. Boş konuşmakta bile beni yenemiyorsan, neyde yenebilirsin ki?”
Drew dişlerini gıcırdattı.
“Kendine o kadar güveniyorsan, yeteneklerini göster bakalım!”
Tap!
Drew harekete geçti. Biraz eğilip Zich’e doğru ilerlemeye başladı. Basit bir hareketti ama Drew’un tüm bedeni mana ile kaplanmıştı, o yüzden çok güçlüydü.
Bam!
Drew aniden Zich’in önünde durdu. Birden durunca ayağının altındaki topraktan yüksek bir ‘krak’ sesi geldi. Hareketlerinin gücü altında eklemleri çatırdadı. Sonra bu gücü kılıcına aktardı.
‘Onu öldürmeyi düşünmüyorum, ama—’
Drew dudağını büktü.
‘Kollarından birini kesip atacağım!’
Bu serseri ne cüretle onunla alay ederdi? Kalabalık bir caddenin ortasında olmasalardı Drew çoktan Zich’in kellesini uçurmuş olurdu. Onunla alay eden insanları böyle cezalandırıyordu.
‘Kan kaybından ölürse benim suçum değil.’
Drew merhametli davranıp Zich’in yalnızca tek kolunu kesecekti. Eğer Zich ölürse, onun hiçbir suçu olmayacaktı. Drew gerçekten de merhametli davrandığına inanarak kılıcını Zich’in omzuna doğru götürdü. Drew, Zich’in kolunu neredeyse kesecek olmasına rağmen Zich hiçbir tepki vermedi.
‘Cidden de kuru gürültü yapmaktan başka bir şey yapmamış. Tepki vermek için geç kaldı.’
Drew manasını kılıcına aktardı ve kılıç insanın kolunu bir et parçasıymış gibi kolaylıkla kesebilecek kadar güçlü bir hale geldi.
Tang!
“Ha?”
Drew’un kılıcının önü kesilmişti.
‘Kılıcıma parmak mı vurdu o?’
Zich, sadece baş parmağını kullanarak Drew’un kılıcına yandan hafifçe vurmuştu. Drew, Zich’in hareket ettiğini bile fark edememişti. Manasını tek bir parmakla bloke edebilmiş olması ise çok daha moral bozucuydu.
‘Ne bu...’
Drew olanlara inanamamıştı. İnanılmaz bir durumdaydı, sanki ruhu bedeninden ayrılmış gibi hissetti ve bedeninin dönüşünü izledi.
Yumruk!
Drew, çenesini kaldırdı; aniden gökyüzünü gördü. Sonra, uçuyormuş gibi hissetti. Baştan sona durumu kavramakta güçlük çekiyordu.
‘Ne? Ne oluyor?’
Gezginlik yaptığı süre boyunca türlü türlü şeyle karşılaşmış olan Drew daha önce hiç böyle bir şey yaşamamıştı. Ancak aklına bir şüphe düştü. İnanamıyordu.
‘Dayak mı yiyorum?’
İnanması zordu ama tam şu anda gerçeklik bastırmaya başlamıştı.
Bam!
“Ahhhh!”
Drew yerde defalarca yuvarlandı. Düşüşünü hafifletecek zamanı bile olmadı, o yüzden her yeri ağrıyordu. Üstelik, sol yanağı yanmıştı.
Tüü!
Drew ağzındaki şeyleri tükürdü. İki beyaz madde yere düştü.
Dişleriydi. Biraz daha kan tükürdü ve elini yanağına koydu. Bu kadar kısa süre içerisinde fazlasıyla şişmişti.
“N-neğ orlu—"
Rüzgar ağzındaki boş delikleri dolduruyordu ve konuşması garipleşmişti.
“Nasıl? Heyecan verici değil mi?” Zich güldü ve Drew’a indirdiği yumruğu salladı. “Ayağa kalk, seni küçük pislik. Bu işi tek bir yumrukla bitirecek olsaydım hiç başlamazdım.”
Drew hemen ayaklandı. Yerde kalsaydı kendisini savunmaya fırsat kalmadan bir darbe daha yiyebilirdi.
Drew, Zich’e, “Navsıl biv hivle yavptın sen!” diye bağırdı. Telaffuzu kulağa komik geliyordu ama Drew çok ciddiydi.
“Hile mi? Cidden kafadan hasta mısın sen? Ah, şaşırmamak lazım. Neden gerçeklikle yüzleşmek istemediğini anlıyorum.”
Drew, doğru dürüst karşı bile koyamadan yere serilmişti. Zich, yetenek konusunda Drew’u bine katlardı. Ama Drew’un kibirli olduğundan asla bunu kabul edemezdi.
“Hiç kaybedebileceğini düşündün mü? Sonuçta yalnızca senden zayıf insanları hedef alıyorsun. Bu zihniyetten kurtulmanı sağlayacağım. O hasta kafana bu dünyada senden çok daha güçlü insanlar olduğu gerçeğini sokacağım. Bu ders karşılığında bana bir şey vermene gerek yok. Sırf senin için bedavaya vereceğim!”
Öncesine nazaran şimdi ilk hamleyi Zich yapacaktı. Kılıcı deli bir at gibi dümdüz ilerledi.
Drew, Zich’in hamlesini bloke etmeye çalıştı.
Pat!
“Ahhh!”
Zich, özel bir teknik ya da hamle kullanmamıştı ve hareketleri atik bile değildi; yalnızca kaba kuvvet ile saldırıyordu. Ama bu Drew’u acı içinde bağırtmaya yetmişti.
Pat! Pat!
Zich’in kılıcı Drew’un üzerine bir yıldırım misali indi. Zich kılıcını dikkatsiz bir şekilde sallıyormuş gibi görünse de kılıcı tam olarak Drew’un savunmasındaki açıkları hedef alıyordu. Drew aceleyle geri adım attı ve Zich’in saldırılarını engellemeye çalıştı. Zich’in ardı arkası kesilmeyen hamleleri yüzünden elleri parçalanacakmış gibi hissediyordu. Ama Drew bir saniyeliğine bile dikkati elden bırakırsa kılıcını elinden kaçırabilirdi.
“Burada bir açık var.”
Tekme!
Zich, Drew’un bileğine bir tekme savurdu.
“Uf!”
Yalpalan!
Drew, tam ağırlığını başka bir yere verecekken Zich bir hamle daha yaptı. Drew dengesini kaybetti ve yalpalandı. Zich, hemen Drew’un dizlerini hedef alıp bir darbe daha indirerek bunu avantaja çevirdi.
Bam!
“Uffh!”
Zich, dizlerini Drew’un tam olarak çölyak pleksusuna, karnının tam ortasına koydu. Hassas bir noktaydı ve Drew’un nefesi kesildi. Ama bu Drew’un aldığı tek darbe bu değildi.
Çat!
Kan donduran bir ses Drew’un kalbinde yankılandı ve içi inanılmaz bir acıyla doldu.
Kraşş!
Drew, geçen seferki gibi yerde yuvarlanmadı. Bu sefer bir çöp parçası gibi ezilmişti.
“Uff! Ahhhh!”
Drew, kalbinin olduğu yeri avuçladı ve acı içinde bağırdı. Nefes bile alamıyordu.
“Hmmm, bana kalırsa kaburgalarının ikisi kırıldı galiba.”
Zich, kemik kırma konusunda tecrübeliydi. Kemik kırmayı yemek yemekten bile daha iyi yaptığı söylenebilirdi. Sadece bakarak Drew’un aldığı yaraların ne kadar ciddi olduğunu söyleyebilirdi.
“Ufh!”
Drew, kılıcından destek alarak ayağa kalktı. Canı çok yandığından ayakta durmakta zorlanıyordu.
“Dilini mi yuttun? Benim gibi bir süt çocuğunu aşağılamaya devam etmeyecek misin? Niye, sen yetişkin bir trollün bile üstesinden gelebilen harika bir gezginsin.”
Zich, Drew ile alay ediyordu ama onun cevap verecek hali yoktu.
“Sen susunca hiç de eğlenceli olmuyor.”
Zich kılıcını savurup Drew’a yaklaştı. Avıyla oyun oynayan bir kedi gibi davranıyordu.
“Bu arada, sende yetenek namına hiçbir şey yok. Seni burnu havada görünce biraz yeteneklisindir diye düşünmüştüm ama beklentilerimin çok altında kaldın. Bu kadar zayıf bir rakibi ezmenin hiçbir eğlenceli tarafı yok.”
Drew hala susuyordu. Ağırlığını kılıcına vermiş bir şekilde zar zor nefes alıyor ve ayakta durabiliyordu.
“Eh, neyse. Bunun zorlu bir karşılaşma olmasını beklememiştim zaten.”
Zich, Drew’un tam önüne geçti.
“Böyle yenil işte.”
“Pevs etmeyeceğim!”
Drew, kafasını kaldırmayı başardı. Vazgeçmeye hiç niyeti olmadığı yüzünden belliydi. Yüzünde kana susamış bir öfke, inat ve acı vardı.
“Övl!”
Drew, haykırarak elini uzattı. Mana garip bir şekilde elinde dolaşıyordu, ve bir kuşun çığlığını andıran bir ses çınladı.
‘Tuzağıma düştü!’
Bu Drew’un gizli silahıydı. Her an her türlü tehlikeyle karşı karşıya kalabilen gezginler çoğu zaman hayatları tehlikeye girdiğinde kullanabilecekleri gizli bir silah edinirlerdi. Onun gizli silahı zindanın birinde bulduğu bir eşyaydı. Daha önce pek çok kez hayatını kurtarmıştı ve ölmek üzereyken durumun gidişatını değiştirmişti. Drew, bu eşya sayesinde Zich’in bu kavga sırasınca kendisine yaptığı gibi Zich’e diz çöktürebileceğini düşünüyordu. Ama bu düşüncesi uzun sürmedi...
Zich’in vücudunda tek bir çizik dahi olmadığını gördü.
“N-ne…!”
Drew, acı içinde bağırıp geveledi. Zich, baş ve orta parmağını hareket ettirdi. Parmaklarının arasında küçük bir ok vardı.
“Senin gibi adamların ne yapacağını önceden görebiliyorum. Gerçekten de bana karşı gizli bir hamle yapabileceğini mi düşündün?”
Zich, Drew’un hamlesini ortaya çıkarmak için gardını indirdi. Zamanda gerilemeden önce sık sık kullandığı bir taktikti, Zenard’a karşı bile kullanmıştı.
‘O zaman gerçekten de ölmek üzereydim.’
Her neyse, ölü numarası yapmak, bir hamle işe yaramış gibi davranmak— bu saldırıların hiçbiri Zich’e etki etmiyordu.
‘Ama eminim ki bu taktik onu pek çok kez kurtarmıştır.’
Zich, Drew’un dumura uğramış suratını görünce planının neden işe yaramadığını anlayamadığını görebiliyordu. Ama Zich’in ona neden başarısız olduğunu anlatmaya hiç niyeti yoktu; bütün dikkatini elindeki küçük oka yoğunlaştırdı. Ok, normal bir oktan 1/3 oranında daha küçüktü, ama hızı ya da keskinliği gizli bir hamle yapmak için mükemmeldi.
“Hikkk!”
Drew, dünyaya dönmeyi başardı ve tekrar kolunu çıkardı. Zich, bu kolu hafifçe tekmeledi.
Vhişş!
Başka bir ok daha Zich’in kafasının üzerinden uçup gitti. Zich, Drew’un göğsüne tekme attı ve yere serildiğinde kollarına bastı.
“Aghhhhh!”
Drew, düştüğü için acı içinde bağırdı ve Zich kollarına basarken bütün vücudu titredi.
“Bu bir eser mi?”
Zich, ayağıyla Drew’un giysisinin kolunu açtı. Drew’un bileği ve dirseğinin arasında kalan bölümde ince bir bilezik vardı.
“Küçük oklar taşıyan ve istediğin zaman bu okları atabildiğin sihirli bir esere benziyor.”
Zich, oka baktı.
“Bunun içinde zehir bile var.”
Okun yeşil ucundan az da olsa mana geliyordu. Zich, bu tür sihirli aletleri iyi biliyordu çünkü önceki hayatında pek çok kez kendisine suikast girişiminde bulunulmuştu.
“B-bu nasıl bir adam…!’
İşte tam bu anda Drew yanlış kişiye çattığını anladı. Var olan gücüyle karşısında duran bu adamı yenmesinin imkansız olduğunu idrak etti.
“Gizli silahını da öğrendiğime göre, şimdi ne yapacaksın? Kimileri aşırı dikkatli davranıp üzerinde iki üç tane gizli silah bulundurur, ama sen öyle birine benzemiyorsun. Oh? Yani şimdi savunmasız mı kaldın?”
“Agh!”
Drew, bir içgüdüyle kılıcını savurdu ama kılıca güç aktarabilecek durumda değildi. Üstelik göğsünü kaplayan ağrı yüzünden düzgün bir hamle yapmakta zorlanıyordu.
Tap!
Zich, kılıcı bir okmuş gibi elleriyle yakaladı.
“Ah!”
Son hamlesinin de Zich karşısında başarısız olduğunu gören Drew haykırdı.
Vhişş!
Zich, kılıcı Drew’dan alıp kenara fırlattı.
“Başka var mı?”
Zich, Drew’u savaşmaya devam etmesi için teşvik ediyordu. Zich rahat takılırken Drew’un gözlerini bir karanlık kaplamıştı.
“Sanırım sona geldik.”
Zich, kurbanının dişlerini ve pençelerini sökmüştü. Şimdi geriye canını alıp bedenini parçalamak kalmıştı.
Zich harekete geçti.
“Ca-canımı bağışla…!”
Drew hayatı için yalvarmaya başladı; o kibirli halinden eser kalmamıştı.
“Ah, merak etme. Seni öldürmeyeceğim.”
Zich güldü. Drew şaşırdı, Zich’in suratı tıpkı hastasına moral vermeye çalışan bir azizinkini andırıyordu. O kadar hoş ve huzur doluydu ki Drew’un içinde bir umut tomurcuğu belirdi.
Ama Zich’in sıradaki sözleri o umudu yerle bir etti. “Sen Sam’e ne yaptıysan ben de aynısını sana yapacağım. Hem ‘Canımı bağışla’ da ne demek? Canına kıymak gibi korkunç bir şey yapmayacağım.”
Bam!
Zich, ayağını Drew’un göğsüne bastırdı. Drew acı içinde çığlık attı ama Zich ayağını bir milim dahi geri çekmedi.
“Dört kırık kaburga ile başlayalım, ne dersin?”
Yok Ediciler binasında uzun süre Drew’un çığlıkları yankılandı.