Novel Günleri - Bilgilendirme!

Bölümün tamamını okumak için üye olmalısınız! Üye olmak için tıklayınız.

49. Bölüm 49

Çevirmen: Andromeda / Editor: T4icho

Adam, değişimini tamamlamadan önce Zich ve Snoc’a  her ne kadar kana susamış gibi saldırsa da kullandığı dövüş stili net ve belliydi. Ancak, değiştikten sonra dövüş tarzı da tamamen değişti. Elindeki kılıcı sanki küçük bir tahta parçasından ibaretmiş gibi bir kenara fırlatıp sadece bedenini kullanarak dövüşmeye başladı. Ne bir beceriden yararlanıyordu ne de teknik kullanıyordu. Yalnızca hız, güç ve sert vücudunu kullanıyordu— ancak bu fiziksel özellikler Zich’i bir köşeye sıkıştırmasına yetmişti.

Kraşhhh!

Adam Zich’e bir yumruk sallamak istedi ama hedefi kaçırıp yeri yumrukladı. Her yere kaya parçaları saçıldı ve kayanın ortasında kocaman bir çukur oluştu. Adamın yumruğundan kaçınmayı başaran Zich, adamla arasına mesafe koydu.

Çatırt!

Adam, yere sert bir şekilde ayağını vurdu. Adımları, taş zeminin üzerinde göçükler oluşturuyordu, bir mancınık tarafından fırlatılmış gibi havalandı.

Vhişşh!

Adam avuçlarını açtı ve geniş hareketlerde bulundu. Yaptığı hamleler çok basitti ve çok fazla açık bırakıyordu. Ama devasa kolları akıl almayacak kadar güçlü ve hızlıydı.

Zich adamın hamlesini bloke etmek için kılıcını kaldırdı.

Slammm!

Kılıcın insan derisi ile temas etme sesi mağarada yankılandı; bu sesin bir kılıç ile insan derisinden geldiğine inanmak çok zordu. Üstelik Zich’in rakibi o kadar güçlüydü ki kılıcı bükülmeye başlamıştı. Hemen manasını bileklerine aktarması gerekti.

Yumruk!

Adam Zich’in kılıcını itmeyi başarmış ve kollarına darbeyi indirmişti. Zich, kırılmış bir kukla gibi yana doğru uçtu.

Slip!

Zich dengesini kaybetti ama yine kolaylıkla iki ayağının üzerine düşmeyi başardı. Duruşunu düzeltti.

Zonk!

Yumruk yediği kolu ağrıyordu. Zich kollarını birkaç kez hareket ettirmeyi denedi.

'Alt tarafı bir morarmış.'

Kırık bir yeri yoktu, kolu da savaşmasını engelleyecek kadar ağrımıyordu. Ancak kolunu kırılmaktan kurtarabilmesinin tek sebebi son saniyede manasını koluna aktarmış olmasıydı. Kendisini mana ile savunmasaydı, sadece kolu değil üç beş kaburgası de kırılmış olurdu. Ayrıca, aynı yerden birçok kez darbe alırsa manası onu korumaya yetmeyecekti ve feci şekilde yaralanabilirdi.

‘Şimdilik bu adam benden daha güçlü.’

Zich bunu kabullenmekte bir sıkıntı görmüyordu.

‘O ne? Daha önce hiç görmediğim bir beceri. Güç artıran beceriler olduğunu biliyorum ama hiçbiri bu kadar iyi değil. Hayır, bu beceriden de başka bir şey olmalı.”

Bu bir beceri olsun olmasın, Zich daha önce hiç böyle bir şeyle karşılaşmadığından emindi.

“Ne bu?” Zich, açık açık sormaya karar verdi.

“Fufufu! Korkmaya mı başladın?”

“Merak ediyorum çünkü hiç böyle bir beceri görmedim. Bu bir beceri mi ki?”

“Tabii ki de bir beceri. Çok merak ediyorsan, bize katılsana, ha? Böylelikle sadece merakını gidermiş olmakla kalmayıp sen de bu beceriye sahip olabilirsin.”

Adam, Zich’i de kendi aralarına katmaya hala kararlıydı ama Zich, “İnsanın kendi yaşam gücünden çalan bir beceriyi neden öğrenmek isteyeyim ki? Böyle becerilere muhtaç kalmadan kendi başıma çok daha fazla güç kazanabilirim.” diye homurdandı.

“Senin gibi kişiler eminim kazanabilir.”

Zich genç olsa da, adam bu savaştan galip çıkmak için bu tekniği kullanmak zorundaydı. Zich’in büyüyünce ne kadar güçlü olacağını tahmin bile edemiyordu.

Ama...

“Ama ancak bundan sağ çıkarsan kazanabilirsin.”

Adamın Zich’in peşini bırakmaya niyeti yoktu. Zich, adamın kazanacağına bu kadar inandığını görünce sinir oldu.

“Tamam. Kabul ediyorum. Şu an güç konusunda kesinlikle benden üstünsün.”

Zich bu gerçeği kabullenmekten korkmuyordu, ama onun için olay bundan ibaretti.

“Sence de zaferini kutlamak için biraz erken değil mi?”

Zich, zamanda geriye gitmeden önce sayısız savaşta kılıç sallamıştı. Teke tek savaştmıştı, büyük ölçekli savaşlara katılmıştı, tek seferde birden çok rakip ile yüzleşmek zorunda kaldığı zamanlar olmuştu. Kimi zaman kendisinden daha zayıf insanlarla, kimi zaman kendi düzeyindeki kişilerle, bazen de kendisinden güçlü rakiplerle savaşmıştı. Ama girdiği bütün savaşlar aynı şekilde sonuçlanmıştı—

Zich’in mutlak zaferi ile.

‘Tehlikede bile değilim.’

‘Gücün Şeytan Lordu’ unvanını hak edene kadar çektiği acıları düşündüğünde şu anda içinde bulunduğu durum tehlikeli bile değildi.

“Hala kendine güveniyorsun herhalde.”

“Sırf sen becerilerini biraz geliştirdin diye kaybedecek değilim, bunun için fazla zekiyim.”

“Özgüvenli insanları severim, ama kibirli insanlardan hiç hoşlanmam.”

“Kibir değil. Sadece gerçekleri söylüyorum.”

“Peki. Özgüvenli misin yoksa kibirli mi görelim o zaman.”

Adam bir füze gibi saldırıya geçti. Kollarını ve bacaklarını doğru dürüst açmıyordu bile, bazen dirseklerini ya da dizlerini kullanarak darbe vuruyordu. Adamın gücüne karşı koymakta zorlandığı için Zich genellikle hamlelerden kaçınmayı seçiyordu. Ama adam çok hızlıydı ve Zich zaman geçtikçe kendisini daha da baskı altında hissetti. Zich’in yapmayı başarabildiği iki üç hamle adama doğru dürüst etki etmedi bile.

Uzaktan bakınca Zich köşeye sıkışmak üzereymiş gibi görünüyordu. Vücudundaki morluklar ve çizikler giderek artıyordu.

“Ne yapıyorsun? Cidden de kibir miydi hepsi? Yeni bir şeyler denemezsen ayvayı yiyeceksin haberin olsun.”

Adam Zich’le dalga geçiyordu. Zich, kendinden emin bir şekilde kaybetmek için fazla zeki olduğunu iddia etmişti ama şu ana kadar sözlerini destekleyecek bir davranışta bulunmamıştı. Adamın alaycı sözlerine şakayla cevap veren Zich şimdi suskun duruyordu. Adam, Zich’in cevap vermeye bile zamanı olmadığını düşündü.

“Senden daha iyi bir performans beklerdim ama hepsi bu kadar sanırım. Eh, iyi çaba gösterdin. Yaşına göre iyi iş çıkardın. Hakikaten şaşırdım. İhtiyacın olan tek şey biraz zaman, ama elden ne gelir? Dünya adaletsiz bir yer.”

Adam, Zich’in tam potansiyeline ulaşmasını engellemek için her şeyi yapmaya hazırdı. Snoc’un içine nasıl başka bir varlık soktuklarını ve Nowem’i nereden bildiği konusunda Zich’i işkence ve ilaç yoluyla konuşturduktan sonra, Zich için zaman duracaktı.

“Umarım son nefesini vermeden önceki o kısa süre zarfında hayatını biraz düşünürsün. Gençlik demek gelişmek de—”

“Çok gevezesin.” Zich sonunda ağzını açtı.

“Oh? Artık konuşabiliyor musun? Hiçbir şey demeyince dilini yuttun sandım. Ne kadar zor bir durumda olursan ol biri bir şey söyleyince cevap vermemezlik görgüsüzlüktür, değil mi?”

“Özür diliyorum. Hazırlanmam biraz fazla zaman aldı. Manamı hala o kadar iyi kontrol edemiyorum, o yüzden iyice odaklanmam gerekiyor.

“Hazırlanman mı?”

“Evet. Seni yerle bir etmeye hazırlanmam.”

Adam, Zich saçma sapan konuşuyormuş gibi güldü— söyledikleri çok komik gelmişti.

“Ahahahah! Hala rüya aleminden çıkamadın mı? Harika! Özene bezene ne hazırladın göster bakalım!”

Kraşhhh!

Adam, direkt Zich’in üzerine geldi. Kaba ve basit bir hareketti ama muazzam bir güç ile geliyordu.  Birkaç kemiğinin anında kırılması için Zich’in adama değmesi yeterliydi. Adamın hamlesi ile karşılaştırıldığında Zich’in hamlesi kibar ve çok basit kalıyordu. Adamın karşısında neredeyse hiçbir gücü olmayan bir kılıç vardı.

Savunmaya geçmek adam için bir vakit kaybı olurdu. Adam, kılıcı görmezden geldi ve iki yumruk indirmek için ellerini havaya kaldırdı.

Bang!

“Ha?”

Adam, önünden adeta bir kan şelalesi akarken şaşkınla çığlık attı. Zich’e daha vurmamıştı bile, bu kadar kan nereden geliyordu?

Gözlerini kırpıştırdı. Rüyada gibi hissediyordu, ama kolunu kaldırınca hissettiği acı onu dünyaya geri getirdi.

“Ughh!”

Adam haykırarak kollarına sarıldı. Kan, taş gibi sert bedeninden bir nehir misali akıyordu. Zich’e saldırmak için kaldırdığı kolu sanki içine göçmüştü, adeta içeriden patlamış gibiydi. Hiç beklemediği anda gelen bu zarar karşısında hemen geri adım attı. Kolunu oynatamadığını görünce bunun hiç de hafife alınacak bir tarafı olmadığını anladı.

Zich, büyük bir mutlulukla adamın şoka girişini izledi ve kılıcını omzuna attı.

“Nasıl? Hoşuna gitti mi?”

“Na-nasıl…!”

Zich, onu kılıcıyla hafifçe dürtmekten başka bir şey yapmamıştı ama adamın kolunu tamamen deşmişti. Hayır, deşmemişti; resmen patlatmıştı.

‘Buna ‘mana rezonansı’ deniyor.” Zich sanki yapması çok kolay bir şeyden bahsediyormuş gibi konuşuyordu ama bunu başarmak büyük yetenek istiyordu.

Mana rezonansı denen şey ‘duyu genişletme’ teorisinin biraz daha gelişmiş haliydi. Mananızı kılıcınıza aktardığınızda, kılıç adeta bedeninizin bir parçası haline geliyordu. Ama Zich’in yaptığı ‘duyu genişletme’ kılıcın da ötesine ulaşmıştı. Kılıcının da ötesindeki şeyleri kontrol edebilir hale gelmişti—

Rakininin bedeni de buna dahildi.

“Ne saçmalıyorsun sen…!”

Adam, Zich’in dediklerine inanamıyordu. Kendisini inandıramıyordu. Zich’in söylediği şeylerin inanılır bir tarafı yoktu— çünkü söyledikleri doğruysa, Zich’in rakibinin bedeni üzerinde hakimiyet kurması için kılıcını ona değdirmesi yetiyor demekti!

“Mümkün değil!”

“Mümkün.”

Zich, adamın diğer kolunu hedef aldı. Adam aceleyle kaçınmaya çalıştı ama çok geç kalmıştı. Hala aldığı yaranın etkisinin geçmesini beklemek ve Zich’ten duyduğu şeylerin şokunu üzerinden atmakla meşguldü.

Bang!

“Ahh!”

Adamın diğer kolu da patladı.

“Şu an manamı o kadar iyi kontrol edemiyorum, o yüzden akışı sağlayabilmem için aynı yere birkaç kez vurmam gerek, ama mana rezonansını tamamladığım zaman seni aynen bu şekilde patlatmam çok kolay olacak.”

‘Hakikaten de bu piç hep aynı yere saldırıyor…!’

Adam, Zich’in bunu kalın derisini deşebilmek için yaptığını sanıyordu. Amacının mana akışının kontrolünü kazanmak olduğu aklına gelmemişti.

“Manasını kullanmakta becerikli insanlar üzerinde bu taktiği kullanamıyorum, ama sen de öyle bir ustalık yok. Dahası, bu taktik senin gibi manasını düzgünce kontrol etmek yerine kontrolsüz bir şekilde dışarı salan insanlar üzerinde çok işe yarıyor.”

Zich, bu sayede adamın derisini kaplayan manaya kolaylıkla dokunabilmişti. Mana rezonansını kurduktan sonra Zich, adamın manasını içeriden patlatabilirdi. Adam manası sayesinde bu kadar güçlü ve atikti, manasının kontrolü Zich’in eline geçince Zich’in saldırılarına asla karşılık veremeyecekti.

Zich, aynı yere darbeler indirmeye devam etti. Adamın bedeni de patlamaya devam etti ve kısa süre içerisinde adeta paçavraya döndü.

“Öhöö!”

Adam kan öksürdü. Durumunun ne kadar ağır olduğu derisinin mavimsi solgun renginden belli oluyordu. Ancak bu halde olmasına rağmen hala içinde bulunduğu durumu kabullenememiş gibi duruyordu.

‘Sebebi belli.’

Mana rezonansı Zich’in sahip olduğu en bilinen ve en korkunç becerilerden biriydi. Kendisine zarar gelmeyeceğinden emin bir rakibin hevesini kursağında bırakmak ve onu adeta cehenneme göndermekten daha iyi bir beceri yoktu.

‘Manamı tamamen kontrol edebilseydim direkt onu kaba kuvvetimle ezip geçebilirdim.’

Zich, düşünmeyi bırakıp dikkatini tekrar adama verdi.

“Merak ettiğim birkaç şey var. Sorularımı cevaplayabilir misin?”

Zich, adamın kim olduğunu ve mensubu olduğu örgütü merak ediyordu. Daha önce hiç görmediği taktikler kullanan bu gizemli örgüt hakkında bilgi toplamak istiyordu, ama adam homurdandı ve soğuk soğuk cevap verdi. Artık konuşurken saygı ifadesi kullanmıyordu.

“Sence sana konuşur muyum?”

“Hayır.”

Zich, adama işkence etse bile ağzından laf alamayacağını biliyordu. Bunun farkına önceden varmış olsaydı diğer suikastçılardan bazılarını bilgi alabilmek için sağ bırakırdı.

“Sana ne kim olduğumu söyleyebilirim ne de Snoc hakkında bilgi verebilirim.”

“Ah, Snoc hakkında bir şey demene gerek yok zaten.”

“Sihirli bir hayvan ile bir insanı birleştirmeye çalışırsan, normal bir insanın vücudu tamamen çöker. Ama Snoc bu transfüzyondan sağ çıkmayı, hatta iyileşmeyi başardı. Bu da demek oluyor ki Snoc’un manasının temel özellikleri sihirli hayvanın özellikleriyle çok uyumlu. Snoc’un manasının toprağa çok yakın olduğuna eminim.”

Zich, çıkarımlarına devam etti, “Durum böyle olunca, böyle bir aktarım zorla gerçekleştirilse bile Snoc’un vücudu patlamaz. Ama eminim bu birleştirmede senin de parmağın vardı. Kafasını allak bullak eden kişi sendin, değil mi?”

Zich, omuz silkti.

“Öncesinde Drew’dan bahsettiğine göre kesin o da planının bir parçasıydı. Tabii ya, bir gezginin yanına bir öğrenci aldığı nerede görülmüş?”

Adam kendisini tutamayıp ağzının içinde bir şeyler mırıldandı, “Seni lanet piç.”