Novel Günleri - Bilgilendirme!

Bölümün tamamını okumak için üye olmalısınız! Üye olmak için tıklayınız.

6. Bölüm 6

Çevirmen: Andromeda / Editor: T4icho

 

Düello günü hava günlük güneşlikti ve Kont’un evini garip bir hava sarmıştı. Pek çok insan babasının takdirini çoktan kaybetmiş olan en büyük oğul Zich ve dahi şövalye Byner arasındaki kapışmayı bekliyordu. Daha da heyecanlılardı çünkü her ne kadar resmiyet kazanmasa da genç soylular Zich ve Greig’in taht için yapacağı düelloyu da sabırsızlıkla bekliyorlardı.

Ancak Zich’in galip gelmesini isteyen tek bir kişi bile yoktu. Aile içinde Zich, tam anlamıyla dışlanmıştı.

‘Bunu A’dan Z’ye planlamışlar.’

Yuvarlak arena hiç şaşaalı görünmüyordu ama kocaman olması sadeliğini telafi ediyordu.

Askeri konularda görkeme büyük önem veren bir aile olarak Steelwall’lar zaman zaman turnuvalar düzenlerlerdi. Bu yuvarlak arena bunun içindi ve Zich ve Byner da burada kapışacaktı.

‘Tek bir mücadele için kocaman bir arenayı hazırlamışlar...’

Zich, Kont’un en büyük oğlu olsa dahi yapılan hazırlıklar fazla abartılmıştı.

‘Muhtemelen itibarımı lekelemek ve kaybettiğimi duymayan kimse kalmasın istiyorlar.’

Zich ne yapmak istediklerinin farkındaydı ama umurunda değildi. Zaten böyle bir şeyi bekliyordu.

‘İstediğim buydu.’

Zich, etrafına bakındı. Beklediğinden çok daha kalabalıktı. Şövalyeler, bürokratlar, uşaklar ve boş vakti olan herkes gelmişti.

Sonra gözü izleyicilerden birine takıldı: Kont ve ailesi üst koltuklarda oturuyorlardı. Kont her zamanki gibi ciddi ve ağırbaşlı bir ifade takınmıştı. Yanıbaşında oturan Kontes kulağına bir şeyler söylüyordu ve Greig küstah gözlerle aşağıdaki manzarayı izlemekteydi.

‘Gerçekten de birbirlerine uyuyorlar.’

Ve ona yer yoktu.

‘Küçükken bunu fark etmemiştim.’

Zich, şimdi düşününce bunun farkında olmadığı için ne kadar çok zaman kaybettiğini fark etti.

‘Rahmetli anneme acıyorum.’

Zich, bakışlarını bu sevimsiz aileden çevirdi. Dik dik onlara bakmasının bir anlamı yoktu. İlk önce karşısındaki rakibe odaklanması gerekiyordu.

‘Muhtemelen her şeyiyle buna hazırlanmıştır.’

Zich’in karşısında duran Byner intikam müsabakası için hiç şüphesiz azimli görünüyordu. Karşılaşma henüz başlamamış olsa da Byner’ın elleri sanki her an saldırmaya hazırmış gibi kılıcına gidiyordu.

“Bunu gerçekten de dört gözle bekliyordun, değil mi?”

“...”

Byner’dan ses gelmedi. Kan çanağına dönmüş gözleri Zich’e kilitlenmiş durumdaydı.

“Göster marifetini. O utanç verici yenilgini telafi etmek için en iyi şansın bu.”

Yalnızca bir avuç insan Zich’in Byner’ı dövdüğünü biliyordu. Bu nedenle Kont’un şatosunda olayla alakalı dayanağı olmayan söylentiler yayılmıştı. Bu söylentilerin yalnızca söylenti olarak kalması için Byner’ın Zich’i bu düelloda alt etmesi gerekiyordu.

Byner homurdandı, “Merak etme. Bana verdiğin dersi aklıma kazıdım. Bence şimdi ders verme sırası bana geldi. Birini gafil avlayarak kazanmanın da bir sınırı var. Eninde sonunda asıl becerikli olan galip gelecek.”

Byner’ın tavrı ve duruşu Zich’in onunla ilk karşılaştığı halinden çok daha farklıydı. Savaş alanındaki bir şövalye gibiydi.

“Duruşun takdire şayan ama şunun da farkında olmalısın ki burada kaybedersen daha da beter olacaksın.”

“Mananı kontrol etmeye başladığını duydum?”

“Greig mi söyledi?”

“Bildiğime pek de şaşırmadın sanırım.”

“Biraz aklın varsa fark etmek zor değil. Tabii ki de Greig beni dezavantajlı duruma düşürecek bilgileri yayacak.”

“Mananı birazcık kontrol etmeyi öğrendin diye kendine güveniyor musun?”

“Hayır, ama o da bir etken.”

Byner sonunda gülümsedi, ama bu gülümsemede en küçük bir iyi niyet yoktu.

‘Bu iyi bir gülümseme. Alt ettiğin birinin, görünce gerçekten sinirine dokunabilecek bir şey. Bunu bir ara ben de çalışmalıyım.’

Bu dünyada öğrenecek daha çok şey vardı.

“Durum böyleyse hayallerini yerle bir edeceğim.”

“Peki. Yalnızca onurun için kapışmıyoruz, o yüzden bunu yapmak için her şeyini ortaya koysan iyi olur.

Zich baş parmağıyla bir yeri işaret etti.

Arena kocaman olduğundan ve izleyiciler dağılmış bir şekilde oturduğundan Zich’in neye işaret ettiğini görmek kolaydı. Dayak attığı Hans seyirci koltukları ile arena arasındaki duvara yapışmış durumdaydı. Yüzündeki katı ifadeden ruh hali belliydi: eğer Byner düelloyu kaybederse Hans mezarı boylayacaktı. Byner rezil olacak ve cezalandırılacaktı ama Hans’ın kellesi gidecekti.

“Merak etme. Kaybetmemin imkanı yok.”

Byner’ın itibarını düzeltmek istemesi ve Zich’i kendi silahıyla vurmak istemesi bu yüzdendi.

“Düello birazdan başlıyor!”

Üst koltuklardaki Kont’un yanında duran şövalye halkın oturduğu kısma geçti. Adamın sesi sanki sesine biraz mana katılmış gibi arena boyunca yankılandı.

‘Gerçekten hiçbir şeyden kısmamışlar.’

Biraz önce konuşan adam sıradan bir adam değildi. Kont’un birlikleri arasında ona Krallığın metal kalesi, savaşlarda hep ön saflarda olan adam, Steelwall ordusunun en güçlü ve en iyi şövalyesi deniyordu: o Mihen Tiner’dı.

Yaşlanmaya başladığından Tiner’ın saçlarının ve sakalının yarısı beyaz çizgilerle doluydu. Yine de şişkin kasları ve belirgin damarları ile zamana meydan okuyordu.

‘Şövalyelerin Kaptanı Tiner’ın sunuculuk yapması—ne kadar da muhteşem bir düello.’

Tabii Zich hiç minnettar değildi.

“Bu düelloda Kont Steelwall’un en büyük oğlu Zich Steelwall ve Çelik Mızrak Şövalyeleri’nden Halton Byner karşılaşacak. Taraflardan biri bilincini kaybedene kadar ya da yenildiğini kabul edene kadar mücadele devam edecek! Adam öldürme kabul edilmeyecek!”

İzleyiciler mırıldandı. Söylendikleri konu, öldürmenin kabul edilemez olduğuna şaşırmaları değildi. Steelwall’lar Zich’i dışlamış olsalar dahi Kont’un en büyük oğlunun canına kıyılmasına asla izin vermezlerdi. İzleyicileri şaşırtan şey düellonun ilk kuralıydı.

“Düello biri bayılana ya da yenilgiyi kabul edene dek devam mı edecek? Yani kan dökülse dahi müdahale etmeyecekler mi?”

“O zaman iki taraftan biri ölümcül şekilde yaralansa bile dövüş devam edecek. Bu iyi bir şey mi?”

Bir ölüm savaşı olmadığı sürece bu kurallar bir düello için en tehlikeli ve katı kurallar arasındaydı.

Byner da aynı fikirdeydi.

“Bu şartları kabul ediyor musun?”

“Ne oldu, korktun mu?”

“Umursamazlığının bedeli ağır olacak.”

“Geçen seferki gibi enseni çatlatırsam bir önemi kalmayacak.”

İnsanların düşüncelerinin ve endişelerinin aksine Zich her zamanki gibi sakindi, ama o utanç verici yenilgisini hatırlayınca Byner yeniden bir duygu patlaması yaşadı.

“...Öyle olsun.”

Byner duygularını bastırdı ve ‘Zich’i öldürmemeliyim.’ diye düşündü. Onun yerine bu genç soyluya planladığından çok daha iyi bir dayak atacaktı.

“Her ne kadar çatışan görüşlerden dolayı kılıçlar kalksa da, niyetler iyi olsun! Niyetlerinin saflığını kılıçlarıyla bizlere kanıtlasınlar!”

“Evet, kesinlikle saf. O kadar saf ki hatalarını örtbas etmeye çalışıp yalanlarla düelloyu kabul etti.”

Zich’in alaylı konuşması Byner’ın kalbine dokundu ve dişlerini sıktı.

“Kılıçlarınızı çıkarın!”

Sling! Sling!

Zich de Byner da kılıçlarını kınından çıkardı. Kendi aralarında konuşan izleyiciler konuşmayı bıraktı ve arenayı yoğun bir gerginlik kapladı.

“Başla!”

İki kılıç aynı anda harekete geçti.

Klang!

Çarpışan kılıçların kulak delen sesi arenada yankılandı. Kılıçlar çarpışmanın etkisiyle sekti ve Zich ve Byner yavaşça kılıçlarını yatıştırdı.

Araları açılmıştı.

Bam!

İlk atağa geçen Byner oldu. Bu düelloyu uzatmaya hiç niyeti yoktu. Olabildiğince çabuk bitmesini ve utanç verici yenilgisini telafi edecek büyük bir zafer kazanmayı istiyordu.

‘Ciddi bir şekilde yaralanırsa yaralansın! Şimdi gücümü kontrol altında tutmakla uğraşamam!’

Byner her ihtimale karşı bir iksir ve fitil hazırlamıştı. Manası vücudunda dolaşırken kasları kasılıyordu ve insanüstü bir güç vücudunu kaplamıştı.

Oooooo!

Kaslarına güç katan mana kılıcına sızmıştı ve kılıcı çınlamaya başladı. Kılıç, kana susamış bir manyak gibi çığlıklar atıyordu.

Düelloyu uzaktan izleyen Tiner, ‘Bu iş burada biter,’ diye düşündü. Onun tanıdığı Zich bundan sonra gelecek darbeleri engelleyebilecek kadar yetenekli değildi.

‘Mana hakkında bir şeyler öğrenmeye başlamış olsa bile bu bir aceminin karşı koyabileceği bir şey değil.’

Ve Tiner hemen harekete geçebilmek için kendisini hazırladı. Zich ailesi tarafından neredeyse evlatlıktan çıkarılmış olsa bile en büyük oğuldu ve Tiner, Zich’in öylece ölmesine göz yumamazdı.

‘Byner fazla heyecanlı. Onu daha fazla zihinsel eğitimden geçirsem iyi olacak…'

Klannnnng!

Birbiri ile çarpışan demir çubukların sesi Tiner'in düşüncelerini böldü. Ses fazlasıyla tiz ve keskindi. Sanki benzer güçteki kılıçlar savaşıyormuş gibiydi. Tiner hemen yeniden düşünmeye başladı. Birden kendini düşünceler içinde buldu.

‘Bu...’

Akıl almazdı—Zich ve Byner’ın mücadelesi başa baş gidiyordu ve Tiner’ın gözleri böyle bir harika bir karşılaşmaya tanık olmak için fal taşı gibi açıldı.

*  *  *

Kılıçlar baş döndürücü bir şekilde adeta dans ediyordu. Düellocular kimi zaman kılıçlarını geniş bir şekilde savuruyor ya da anında geri çekiyorlardı ve tekrar rakiplerinin savunmasız noktalarını hedef alıyorlardı.

İzleyiciler hem gergin hem heyecanlı hem de afallamış hissediyorlardı. En küçük bir aksilik olursa ölümle sonuçlanabilecek bir karşılaşmaya tanık oldukları için heyecanlılardı ama Zich’in becerileri beklentilerini aştığı için de biraz utanmışlardı.

Klang! Klang!

Kılıçlar defalarca çarpıştı. Byner kılıcını sanki onu öldürecekmiş gibi sallıyordu. Gerçek bir şövalyeden beklendiği üzere yeteneklerinin inceliklerini herkese gösterdi ve kılıcını büyük bir güçle savurdu.

Klaaaang!

Bir kez daha Zich’in kara kılıcı onun kılıcını engelledi.

‘Kahretsin! Kahretsin! Kahretsin! Kahretsin! Kahretsin!’

Byner yüzünü buruşturdu. Çoktan binlerce kez lanet etmişti. Zich'i olabildiğince hızlı bir şekilde yenip onurunu geri kazanma hayalleri çoktan un ufak olmuştu.

Byner, arenanın içindeki izleyiciler arasında yayılan ruh halini hissedebiliyordu.

‘Zich, adam akıllı kılıç kullanmayı bile öğrenmedi daha!’

İşler böyle giderse itibarı daha da sarsılacaktı. Şimdilik üstünlük ondaydı ama bu yetmezdi.

Güm!

Byner bir adım geriledi ve şöyle düşündü, ‘Bahse girerim bu beni zafere ulaştıracak!’

Sonra kılıcını yatırıp kendisine doğru çekti. Kılıcının ucu Zich'in boynunu hedef almıştı.

‘Büyük bir tane geliyor.’

Zich duruşa geçti, bacaklarını genişçe ayırdı ve kılıcını dümdüz kaldırdı.

Byner’ın kılıcı delice çığlıklar atıyordu ve manası vücudunu çılgınca dolduruştu. Mana çalkantılı bir dalga şeklinde vücudunu bir defa dolaştıktan sonra kılıca geçip tekrar vücuduna geri döndü. Devasa bir akıntı hem vücudunu hem de kılıcını dolaştı ve tam o anda Byner’ın duyuları vücudunu aşıp kılıcına ulaştı.

‘Bu!’

Tiner'ın gözleri kocaman oldu. Byner'ın ne yaptığını idrak eden herkes şoka uğradı. Kont bile öne eğilmişti. Byner oldukça ileri seviye bir teknik kullanıyordu. Her ne kadar Steelwall'daki şövalyelerin çoğunun sahip olduğu bir beceri olsa da, Byner'ın yaşındaki insanların yapabileceğinin çok ötesindeydi.

Saldır!

Byner'ın bedeni sanki bir ışık hüzmesi gibi uzuyordu ama bu bir yanılsamadan ibaretti. Sonra, göz açıp kapayana kadar, Byner'ın kılıcının ucu Zich'in boynuna doğru indi.

‘Yakalandın!’

Byner’ın gözleri parlıyordu.

Klang!

Şokun etkisine vardıktan sonra, Byner alelacele duruşunu tekrar düzeltti ve kılıcına sarıldı.

Skritç!

Byner'ın kılıcı, Zich'in kılıcını çizerek aşağı kaydı.

Slam!

Byner'ın kılıcı hareketsiz kaldı ve Zich'in engelinden kurtulamadı. Zich, Byner'ın yüzünün yanında asılı duran kılıcı görünce gülümsedi.

“Sana ne dedim?”

Byner, öldürücü hamlesinin engellendiğini görmenin şokuyla donakaldı. Zich'in sesi kulağında çınladı.

“Kolay lokma olduğunu söylemiştim.”